Bu Blogda Ara

3 Nisan 2012 Salı

BİR FİGÜRAN: ÇOĞUNLUĞUN ÇOCUĞU

Arabanın camından dışarıyı seyrediyordum. Boyum yetmediği için arkama yaslandığımda dışarıyı göremiyordum. Bu yüzden dimdik oturmuş boynumu da iyice yukarı uzatmıştım. Kararan hava ile birlikte yanmaya başlayan sokak lambalarının, hemen burnumun dibinde, arabanın soğuk camında oluşturduğu yansımam manzaramı biraz bozsa da, Diyarbakır sokaklarını izlememi engelleyemiyordu. Doğduğumdan beri Diyarbakır’da yaşamamıza rağmen, şehir merkezindeki sokaklar pek dolaşmaya, hatta görmeye alışık olduğum yerler değillerdi. O akşam da arabayla içinden geçiyorduk şehrin o kadar. O saatte bile dışarıda koşuşan, oynayan çocukları gördüğümde şaşırmış, biraz da kıskanmıştım. Hızla tel örgülerle sınırlanmış yaşam alanımıza giderken, yansımam arabanın içerisinde sıkışıp kaldığım için benimle dalga geçer gibi sırıtıyordu sanki. Onun, arabanın dışında bana inat keyif çatmasına bir son verebilmek için arkama yaslandım. Çok vakit geçmeden askeri lojmanın girişine gelmiştik. Fakat o akşam bir farklılık vardı. Her zamankinden fazla beklemiştik girişte. Tam ne olduğunu anlamak için kafamı babamın ve annemin koltuğunun arasından öne doğru uzattığımda, kapıdaki görevli askerlerden biri babamın camına doğru eğildi. Babam camın kolunu yavaşça çevirdi. Camın kolunun her tur atışı, içeriye daha fazla soğuk hava dolduruyordu. Askerin suratı soğuktan kıpkırmızı kesilmişti.
-“Bagajı açabilir misiniz komutanım” dedi.
Babam gergin bir şekilde aşağı indi.
-“Ne oldu anne” dediğimde annemin de benim kadar şaşkın olduğunu fark ettim. Sorumu duymamıştı bile.
-“Ne oldu anne” diye tekrarladım sorumu.
-“Arabayı arıyorlar” dedi.
-“Neden” dedim.
-“Şşşşş” dedi.
Sustum. Arka camdan, açık bagaj kapağının alt kısmında oluşan küçük aralıktan ne yaptıklarını izlemeye çalışıyordum. Bagajın kapağı birden kapandı. Askerle göz göze geldik. Bana bakıyordu. Kendimi tutamayıp güldüm ama o gülmedi. Korkmuş gibiydi.
-“İyi akşamlar komutanım” dedi.
-“İyi akşamlar” dedi babam ve arabaya bindi.
Açık kapı yüzünden soğuyan ortam, babamın gergin yüz ifadesinden dolayı iyice buz kesmişti. Ben ne olduğunu sorup sormama konusunda tereddüt ederken yardımıma annem koştu ve
-“Ne olmuş” dedi.
Ama babamın cevabı tatmin edici değildi.
-“Bir şeyler duymuşlar” dedi. İkisi de sustu. Ne olduğunu anlamamıştım ama askerin yüzünden, babam ve annemin yüzüne bulaşan korkulu ifade pek de iyi bir şeylerin olmadığını anlamamı sağlamıştı. Merakımı tam anlamıyla gideremesem de, korkmam gerektiği aşikardı. Sadece beş yaşında olmama rağmen korkmak alışkanlığım haline gelmişti aslında. Annemle salonun penceresinde babamın işten gelmesini beklediğimiz saatler korkuya alışma seanslarının en ilginçlerinden biriydi. Babamın eve geleceği saatlerde annemle pencerenin kenarına oturur ve onun gelişini beklerdik. Beklerken annem beni oyalamak için babamın gelişini masal anlatır gibi anlatırdı.
-“Şimdi servisi girmiştir lojmana, şimdi inmiştir servisten, şimdi ekmek alıyordur fırından, bak şimdi dönüyor sokağın köşesinden..”
Babam o an dönmezse köşeyi, annem başa dönüyordu;
-“Şimdi servisi girmiştir lojmana…..”
İşte böyle bir pencere kenarı sohbetinde öğrenmiştim annemden, babamın servis otobüsünün akşam saatlerinde şehirden geçerken, askeri araç olduğu anlaşılmasın diye koridor ışıklarını kapattığını. Sebebini ne annem ne de babam tam olarak anlatmıştı. Diğer korkularımda olduğu gibi bu korkumun da sebebini öğrenememiştim ama korkuyordum.
Diyarbakır’dan ayrıldıktan yıllar sonra oldu neden korktuğumu öğrenmem. İzledikçe, okudukça öğrendim neler olduğunu oralarda. Ama izlediğim, okuduğum hiç bir şey o korkuları üreten asıl şeyin ne olduğunu anlatmadı.
Şimdilerde okuduklarım ise sürekli o topraklardaki kavganın nasıl sebepsiz olduğunu anlatıyor. İnsan hikayeleri okuyorum oralardan, sebepsiz kavganın ortasında kalan insan hikayeleri. En acıklıları da hiçbir şeyden habersiz çocukların hikayeleri oluyor belki de. O akşam arabanın camından izlediğim, sokakta oynayan Diyarbakır’lı çocukların baş rolde olduğu hikayeler, kavgadan habersiz ve kavganın kurbanı olduklarını anlatan hikayeler bunlar. Bu hikayelerin hiç baş rolünde olamadım ben o arabanın içerisinde otururken. Tel örgünün içinde yaşadım, güzel kıyafetler giydim, görece iyi okula gittim diye, habersiz olduğumuz kavgayı anlatan hikayelerde bana başrol teklif etmedi kimse. 5 yaşında ki bir çocuğun korkularından ne hikayeler çıkardı halbuki. Sebepsiz bir kavganın ortasında masumsa çocuklar, tel örgünün dışında da masumdu, içinde de.
Oturup televizyonda izlediğim sebepsiz bir savaşta, savaşın ortasında acılarla büyüyen Filistin’li çocuk hikayesine ağlarken, korkularla büyütülen İsrail’li çocuğu ıskalıyoruz diye korkuyorum şu aralar da ve sanki ekrandaki yansımam pis pis sırıtıyor bana.