Bu Blogda Ara

22 Ekim 2013 Salı

KARLAR DÜŞER


Bulutlar, koca şehrin üzerine çökmüş, apartman çatılarının hemen bittiği yerde, gri, asma bir tavan oluşturuyorlardı. Gece boyunca şehre döktükleri kar taneleri ile her sokağı beyaza boyamışlardı. Sabah saatlerinde azalan yağışla birlikte, yağmur damlaları da eşlik etmeye başlamıştı incelen kar tanelerine, yeryüzüne doğru yaptıkları düşüşte. Kemiklere işleyen bir soğuk vardı. Okulun dışında, bahçe kapısının hemen yanındaki alçak duvarın üzerinde bulabildiği tek kuru yere kalçasını dayamıştı. Kapının geniş sundurması bulunduğu alanı yağıştan koruyordu. Üzerindeki kısa, siyah yağmurluğun kapüşonunu geçirmişti kafasına. Bu ince yağmurluk ve altındaki okul ceketi soğuğa karşı onu pek korumuyordu ama kışın en sert günlerinde bile böyle giyinmek alışkanlığıydı. Soluk renkli şehrine çok yakıştırdığı soğuk, hiç bir zaman rahatsız etmemişti onu. Ceketinin iç cebinden, ezilmiş, tüm keskin hatlarını kaybetmiş bir Monte Carlo paketi çıkardı. Soğuktan kızarmış ellerinin arasında çevirmeye başladı sigara paketini. Etrafına baktı. Hala gelen giden yoktu. Yeni okuluna evden yürüme süresini kestirememiş, istemeden 20 dakika kadar erken gelmişti okula. Kaç sigarası kaldığını kontrol etti önce. 10 tek sigara akşama kadar yeterdi ona. Paketin içinden bir tek sigara ve paketin içine sokuşturduğu küçük çakmağını çıkardı. Sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi. Soğuktan uyuşan baş parmağı, üçüncü denemede başarabildi çakmağı yakmayı. Çakmağı tekrar sigara kutusunun içerisine yerleştirdi ve paketi ceketinin iç cebine attı. Sigarasından ikinci nefesi ciğerlerine doldurmuştu ki, arka arkaya onlarca okul servis aracı okulun önüne park etmeye başladı. Öğrenciler servislerden iner inmez, çok fazla ıslanmamak için, okul binasına doğru koşturuyorlardı. Bu koşuşturmaları sırasında ise, o soğukta ve okulun hemen önünde sigara tüttürmesine şaşırmış olacaklar, soru işaretleriyle dolu yüz ifadeleri ile ona bakıyorlardı. Ona bakıyorlardı ama beladan da uzak durmak istediklerinden göz göze geldikleri anda bakışlarını kaçırıyorlardı ondan. O ise hızlı nefeslerle sigarasını içemeye devam ediyordu. Samimiyetsiz bir sohbetin ortasındaki sahte bir tebessüm kadar mekanik hareket eden sol kolu, her nefes için sigarasını ağzına taşıyor, daha sonra tekrar aşağı indiriyordu. Sağ işaret parmağında henüz tamamen kaybolmamış olan ağrı, solak olmamasına rağmen sol kolunu kullanmayı öğretmişti ona şu son iki haftada. Okulun ilk döneminin son günü, neden olduğunu bilmediği bir şekilde kendisini ortasında bulduğu kavgada, boşa sallanan yumruğun sokak lambasıyla öpüşmesinin ardından sağ işaret parmağında ezik oluşmuş, şişliği bir kaç gün önce henüz inmiş, fakat ağrısı hiç azalmamıştı. O kavgadan vücudunda kalan tek iz de parmağındaki ağrı değildi. Açılan sol kaşına 4 dikiş atılmıştı. Bu kavga annesini çileden çıkartmış, kendisinde daha önce hiç görülmemiş bir kararlılıkla söylemişti ona okulunu değiştireceklerini. Okul değişikliği konusunda, dönemin son günü girdiği bu kavga sadece bardağı taşıran damla olmuştu. Okula gittiği günlerin çoğunda bir belaya bulaşmayı başarıyordu ve annesi faturayı okuluna kesmişti. Haksız da değildi bunu yaparken. Şehirde bulaşmak istenmeyecek ne kadar lise öğrencisi varsa o okuldaydı. Okulun önünde polis minibüsü eksik olmuyordu. Lisenin ilk iki haftasında , taraf bile olduğunun farkına varmadığı kavgalarda yediği dayaklarla dersini almış, sürekli tetikte olmayı, sadece akşam yemekte ne olduğunu düşünerek eve yol aldığı yürüyüşlerinde bile bir kavganın tarafı olabileceğini öğrenmişti. Sırf eve yakın diye yazdırdıkları bu lisede onun başının beladan kurtulmayacağını anlamıştı annesi ve neredeyse 3 kat mesafedeki bu yeni okuluna transferini sağlamışlardı ikinci dönemin başında. Bu yeni okulu, öğrencilerini orta okul not ortalamasına göre alan bir okuldu ve onun orta okul not ortalaması bu okula girmesine yeterliydi, fakat yılın ortasında transfer pek uyguladıkları bir yöntem değildi. Okula transfer için öğretmen babası ciddi bir çaba sarf etmiş, Milli Eğitim Müdürlüğü'nde ne kadar tanıdığı varsa devreye sokmuş ve sonunda oğlunun okulunu değiştirmeyi başarmıştı. Okula koşarak giren yeni okul arkadaşlarını elinden geldiğince dikkatle seyretmeye çalışıyor, bu okulda onu neler bekliyor anlamaya çalışıyordu, ama şu kuşkusuzdu ki, tek sosyal aktiviteleri okul çıkışı giriştikleri kavgalar olanların okulundan çıkmış, sadece kazanacakları kavgalara bulaşacakların okuluna gelmişti. Yeni okul arkadaşlarının yüzlerini incelerken, sadece kazanacakları kavgalara girecekleri tahmininin de iyimser olduğunun farkına varmış, bu okulun herhangi bir şey için kavgaya girişmeyecek adamlarla dolu olduğunu anlamıştı. Onun şimdiye kadar kazandığı kavgaların sayısıyla pek de örtüşmeyen çelimsiz vücuduna bakıp biraz cesaretlenen öğrenciler bile, onunla iki saniyeden fazla göz göze kalacak cesareti gösteremiyorlardı.
Yeni okulunda onu nelerin beklediğini düşünürken, sigarasını son bir iki fırt için ağzına yerleştirmiş, derin nefeslerle körüklüyordu.  O sırada okulunun önüne en son gelen servisin içinden, gülüşmelerinin arasına zor sığdırabildikleri cümleleriyle gürültülü sohbetlerini devam ettirmeye çalışan üç kız indi. Servisten iner inmez atıkları hızlı üç adımın ardından onlar da fark etmişlerdi onu ve bir anda gülüşmeleri kaybolmuş, şaşkınlıkla ona bakmışlar, ardından bakışlarını farklı yöne çevirmişlerdi. Ortadaki kız ise bakışlarını çok fazla kaçıramamış, o sabah ona bu kadar aralıksız bakabilen tek kişi olmuştu. Dikkatlice birbirlerine bakıyorlardı. Kızın kafasındaki, Türkan Şoray kirpiği modeli örülmüş siyah beresi, kirpiklerinin hemen yukarısına kadar iniyordu. Büyük siyah gözleri, berenin biraz daha aşağı inmesini engellemek istercesine kocaman açılmıştı. Dümdüz kahverengi saçları, berinin altından buz sarkıtları gibi omuzlarına düşüyordu. Siyah kaşe montu bedenini sımsıkı sarmış, diz kapaklarının hemen üzerine kadar iniyordu. Gri okul eteği ise montunun bir parmak aşağısında sonlanıyordu. İnce, kırmızı dudakları, sivri burnu ile küçük çenesi arasında keskin bir sınır oluşturuyordu. Yüzündeki ifade, gülmüyor olsa dahi, sıcak bir gülümsemenin yaratabileceği hissi veriyordu karşısındakine. Hiçbir kötülük uğramamış gibiydi ona. İnce kar ve yağmur taneleri bile ona değmiyor, teğet geçip uzaklaşıyorlardı sanki. Bakışmaları kızın adımlarını yavaşlatmıştı ki, bunun farkına varan arkadaşları hemen koluna girerek hızlandırdılar onu. Kızın gözden kayboluşuyla birlikte ağzındaki sigara da tükenmişti. İzmariti hemen ayaklarının önündeki ufak su birikintisinin içerisine doğru bırakarak okul binasına doğru hareketlendi. Okul binasına girer girmez sol tarafında bulunan koridorun başında dikilen öğretmenin direktifleri ile herkes spor salonun yöneliyordu. Belli ki, dönemin ilk günü için yapılacak uzun konuşmalar, hava muhalefetinden dolayı spor salonunda yapılacaktı. Spor salonuna girdiğinde sınıfların tamamı muntazam bir şekilde sıra olmuş, kendisi gibi son gelenler ise, onda olmayan bir telaşla sınıflarının sırasına yerleşmek için hızlı adımlarla hareket ediyorlardı. Bir kaç kişiye sorduktan sonra, yeni sınıfının nerede sıra olduğunu anlamış ve sıranın en arkasına doğru hareketlenmişti. Sıranın son kısmında yeni sınıfındaki arkadaşlarından biri olacak olan 1.80 boylarında, yaklaşık 90 kilo iri bir çocuk neşeli bir şekilde arkadaşlarıyla itişip kakışıyordu. Çocuğun tüm hareketlerine sanki üzerindeki mont biçim veriyordu. Montunun bir balon gibi şişmiş durumdaki yatay boğumları ona bir reklam maskotu havası veriyordu. Tam kalbinin üzerinde dev bir adidas amblemi ve yazısı vardı. Yuvarlak yüzünün ortasındaki kalın dudakları her kahkahada orantısız şekilde açılıyor, yanağının iç kısımlarındaki pembeliği gözler önüne seriyordu. Tüm hareketleri dengesizdi. Her an tökezleyip yere düşecek yada birilerine çarpacak gibi hareket ediyordu. Onun gelmesiyle ise hareketlerine ansızın askeri bir düzen gelmişti. Belli ki onun varlığı rahatını bozmuştu. Yeni sınıf arkadaşları üzerinde oluşturduğu bu gerginliğin sebebini düşünürken, kaşındaki yara izi aklına geldi. Belki de konuşmadan kendisini tanıtması konusunda yardım sağlıyordu bu yara izi. Spor salonunun içerisinde tüm öğrenciler aralarında konuşuyor ve baş ağrıtan bir uğultu yaratıyorlardı. Okul müdürünün, tüm öğrencilerin görebileceği yüksek platformda gözükmesiyle birlikte, bu uğultu bıçak gibi kesildi ve dünyanın en disiplinli ordularını kıskandıracak düzgünlükte sıralar toparlandı. Bu son toparlanma sırasında fark etti, bereli güzel kızla aynı sınıfta olduğunu. Yüzünde, kendisinin de sonradan fark ettiği bir gülümseme oluşmuş, yeni okuluna güzel bir rastlantı ile başlamanın mutluluğuyla kıza bakıyordu. Kız artık beresini çıkartmıştı.  Arkadan izleyebildiği kızın sadece saçlarını görebiliyordu o an ama müdürün yaklaşık 45 dakika süren konuşması boyunca izlemeye devam etmişti kızı. Bir ara arkasından gelerek kafasındaki kapüşonunu çekip indiren öğretmen ile yaptığı sert bakışma bile pek fazla moralini bozmamıştı. Müdürün uzun konuşması sırasında spor salonundaki o muhteşem sessizlik şaşırtmıştı onu. Konuşmanın bitişiyle robot gibi sınıflara hareketlenilmesi de, buraya uyum sağlamakta zorluk çekeceği hissini uyandırmıştı onda. Sıra halinde sınıfa ilerlerken dayanamayarak sıradan ayrılıp, koridorun duvarına dayandı ve etrafını izlemeye başladı. Bu düzen hatırı sayılır bir gerginlik yaratmıştı onda. Biraz nefeslendikten sonra, yavaş adımlarla yeni sınıf arkadaşlarının girdiği sınıfa doğru yürüdü. Sınıfa girdiğinde herkes montlarını asmış, yerine oturmuş, spor salonundakine benzer bir uğultu ile konuşamaya başlamışlardı. O sınıfa girdiğinde ise gözler birden ona çevrildi. Konuşmalar fısıltı halini almıştı. İçeri girer girmez, tek boş yerin, biraz önce sıranın en arkasında gördüğü, kilolu çocuğun yanı olduğunu anladı. Daha da yavaşlattığı adımlarla oturacağı yere doğru ilerledi. Böylece, ikinci sırada oturan bereli güzel kıza bir süre daha bakabilecekti. Kız da ona bakıyor, sınıftaki diğerlerinin aksine bakışlarını gizleme ihtiyacı hissetmiyordu. Yeni sıra arkadaşının yanına geldiğinde herhangi bir konuşma yapmasına gerek kalmadan çocuk ayağa kalkıp yol vermişti ona. Çocuğun yanından geçerek cam kenarına oturdu. Yeni sıra arkadaşı gerginliğini pek gizleyemiyordu. Onun için, bir şekilde eski okuluna düşmediği için şanslı olduğunu geçirdi içinden. Bu tarz adamların gününü zor bitirebileceği bir okuldu çünkü eski okulu. Şimdi ise bu durum kendisi için geçerliydi. Kara kara düşünmeye başlamıştı burada ne yapacağını. Bu sırada gözü birden dışarıya takıldı. Yağmur taneleri yine kaybolmuş, kar taneleri irileşmiş ve lapa lapa yağmaya başlamıştı. Çocukluğunda yaptığı gibi kafasını yukarıya kaldırarak kar tanelerinden birini seçip aşağı kadar izlemeye çalıştı. Dikkatli bakınca, her biri birbirinden farklıydı, bu rahatlıkla görülebiliyordu, fakat hangi kar tanesini seçse yere ulaşana kadar izleyebiliyordu. Sonunda hepsi beyaz zemine dönüşüyorlar, fark edilmez hale geliyorlar, adeta yok oluyorlardı. Sınıfın kapısı sertçe kapandı. Bütün sınıfla birlikte atik bir şekilde o da ayağı fırladı.
-"Günaydın çocuklar" dedi öğretmen.
-"Günaydın" diye bağırdı hep bir ağızdan sınıf. Sesi kulağına en çok o bağırmış gibi geldi.
-"Oturabilirsiniz" dediği anda öğretmen, bir makine gibi muntazam bir senkronla oturdu sınıf yerine. O da uymuştu bu senkrona.