Gördüklerimin rüya olduğunu uyandıktan sonra fark ettiğim, "meğer hepsi rüyaymış" diye
sonlanacak bir hikaye değil bu. Başından beri farkındaydım rüyada olduğumun.
Kaldı ki, etrafımdaki tek katlı, bahçeli, şirin evlerin pastel renkleri,
üzerinde durduğum arnavut kaldırımlı sokağın sonundaki, sonsuzluğa kadar devam
ediyor gibi gözüken çayır, vanilyalı pudingi andıran gökyüzü gerçeklikten çok
uzaktı. O an fark ediyordum kusursuz bir yağlı boya tabloya bakarken hissettiği
huzurdan çok daha fazlasını hissediyordu insan, tablonun içerisindeyken.
Aldığım her nefes biraz daha hafif hissetmemi sağlıyordu. Hafifleşiyordum, ama
hızla değil, yavaş yavaş, gram gram, sanki tadını çıkarıyordum. Kucağımdaydı Ozan.
Masum bakışlarını üzerime çevirmiş, kontrolsüzce sallıyordu boğum boğum olmuş
kollarını. Dört aylık bir bebek ne yaparsa onu yapıyordu işte. Bacaklarını ve
kollarını açıkta bırakan kısa bir tulum vardı üzerinde. Beyaz üzerine ince mavi
çizgili. Artık dolduruyordu tulumlarının içini. Anladığımı düşündüğü üç, beş
harflik alfabesiyle bir şeyler anlatırken bana, bir süre bakıştık. Birden,
takibi zor olan kol hareketlerini yavaşlattı ve sonunda iki elini çenesinin
üzerine koyarak hareketsizce beklemeye başladı. Bakışları hala masumdu ama
sanki artık bana sözleriyle değil de bakışlarıyla bir şey anlatmaya
çalışıyordu. Benden beklediği bir şeyler var hissine kapıldım rüyamın
ortasında. Ne istediğini söylese hemen yapacaktım orada, fakat o sadece
bekliyordu. Bakışlarına daha fazla dayanamayıp koltuk altlarından tutum ve
kaldırabildiğim kadar yukarıya kaldırdım Ozan'ı. Yüzü aşağıda, vücudu yere
paralel olacak şekilde tutuyordum. İstemsiz gibi gözüken hareketlerine
alıştığım kolları, muntazam bir senkronlar iki yana, süzülen bir martının
kanatları gibi açıldı. Kafasını yukarı doğru dikmiş, aşağıya değil tam karşıya
bakıyordu. O an döküldü işte o cümleler ağzımdan,
-"Uçabilirsin Ozan, ne istiyorsan yapabilirsin."
Sözlerimin bitmesiyle kollarını aşağıya doğru sarkıtması bir oldu.
Havada titreyerek tuttuğu kafasını ağır bir şekilde bana çevirdi. İlk anda
okuyamadım gözlerini. Kızmış mıydı, üzülmüş müydü, hayal kırıklığına mı
uğramıştı? Sanırım hepsi vardı. Böyle güzel bir rüyanın ortasında, hayatı
boyunca duyacağı yalanların ilkini babasından duyuyordu.
Uyandım. Uyandığımı anlamak da zor olmamıştı. Boynumdaki ter,
ağzımdaki pas tadı, yatak odasının perdesi açık penceresinden beni selamlayan
ve Ankara'dan başka bir yerde daha grisini bulamayacağınız bulutlar yardımcı
olmuştu bu konuda bana. Dışarıyı izlediğim bir iki saniyelik kısa sürenin
ardından, Ozan'ın ince iniltilerinin geldiği tarafa doğru çevirdim kafamı. Beşiğinin
içinde yüz üstü dönmeye çabalıyordu. Çıkardığı sesler ve yüzünün aldığı renk o
an bunu her şeyden çok istediğini ele veriyordu, fakat uykusunda dönmemesi için
yanına sıkıştırdığımız küçük yastık buna engel oluyordu.