Dizlerinin üstünde yere
kapaklanmış hareketsiz duruyordu. İstese de hareket edemezdi zaten. Babası
üzerindeydi ve neredeyse tüm ağırlığını vererek sımsıkı sarılmıştı ona. Tek görebildiği
asfaltın pürüzlü, siyah yüzeyi ve bu yüzeye düştüğü anda dağılan, babasının
burnundan damlayan kandı. Sıhhiye köprüsünün altından tüm ülkeye yayılan ve
sıcak havanın etkisiyle iyice belirgin hale gelen ağır tavuk döner kokusuna, babasının
kanından gelen pas kokusu karışmaya başlamıştı. Nefes alması gittikçe
zorlaşıyordu.
Halbuki gün çok güzel başlamış,
ne sıcak ne de tavuk döner kokusu canını sıkmaya yaklaşabilmişti. Yürüyüşe
Ulus'tan başlanmıştı. Ne yürüyüşü olduğunu bile bilmiyordu. Babası sabah
kahvaltısından sonra, şaşırtan bir neşe ve heyecanla
-"Haydi kalk bakalım
gidiyoruz" demişti.
-"Nereye?"
-"Yürüyüşe"
-"Ne yürüyüşü?"
-"Yürüyeceğiz
işte"
-"Neden?"
-"Karşı çıkmaya"
-"Neye?"
Babası tüm sorularına,
karmaşık cevaplar verir, babasının ne demek istediğini bir süre üzerine
düşündükten sonra anlayabilirdi, ama bu son sorusuna aldığı cevabı hiç anlamamıştı;
-"Şimdilik o ayrıntıyı
boş ver, ileride karar verirsin, önce yürüyelim"
Başta babasıyla yürüyüşe
katılma konusunda pek gönüllü değildi ama Ulus'taki kalabalığı görünce
heyecanlanmış, babasından daha istekli bir şekilde karışmıştı insanların
arasına. İnsanların bağırdığı şarkıları hemen öğrenmiş, eşlik etmeye
başlamıştı. Kalabalık, kızıl renkte yelekleri ve ellerinde tuttukları yine
kızıl renkte uzun ince bayraklarıyla en önde yürüyen grubu takip ederek
Kızılay'a doğru yürüyordu. Sıhhiye köprüsünün altından geçip, Hitit heykeline
ulaştıkları ana kadar her şey bir bayram havasında devam ediyordu. Heykelin
hemen yanında, yürüyen kalabalığa göre çok daha düzenli gözüken, mavi-siyah bir
kalabalık bekliyordu. Kalabalık yürümeye devam ediyordu ama daha sonradan polis
olduklarını anladığı mavi-siyah kalabalık görüş alanlarına girdiğinden beri,
kalabalıkta oluşan gerginliği rahatlıkla hissetmiş, ama bu gerginliğe bir anlam
verememişti. Babasına doğru kafasını kaldırdı. Neler olduğunu soracaktı ama
alacağı muhtemel karmaşık cevap yerine, neler olduğunu bekleyip öğrenmeye karar
verdi. Şarkılar söyleyen bir grup ve bu grubun karşılarından da polisler vardı.
Kendisi korkulacak bir şey göremiyordu.
Kafasındaki soru
işaretlerinin ortadan kalkması uzun sürmemişti. Olaylar, kalabalık polis
kordonuna ulaştığında, kızıl yelekli gruptan bir adamla polislerin şefi
arasında 5 dakika kadar süren hararetli konuşmanın ardından başlamıştı.
Tartışma polis şefinin bağrışları ile sonlanmış ve birden polis kalabalığı
dağıtmak için hareketlenmişti. Babası olayların büyüyeceğini sezdiği anda onu
olabildiğince uzak bir yere götürmek istemişti ama kalabalığın safları o kadar
sıkıydı ki, çok fazla uzaklaşamamışlardı. Polislerin, kalabalığın içine
girişlerinden sonra herkes koşuşturmaya başlamıştı. Babası en güvenli olanın bu
olacağını düşünmüş olacak ki, geriye doğru koşuşturmak yerine, onun hemen
kolundan tutmuş ve hızlıca kaldırıma doğru sürüklemişti. Belli ki, olaylar
sonlana kadar kenarda bir yerlerde beklemeyi umuyordu.
Olayları izlerken dehşete
düşmüştü. Biraz önce güle oynaya şarkılar söyleyen insanlar telaşla
koşuşturuyor, polisten kaçmaya çalışıyorlardı. Kaçma konusunda başarılı
olamayanların durumu ise daha da korkunçtu. Polisler tarafından coplanıyor,
yerde sürükleniyor, karga tulumba polis otobüslerine götürülüyorlardı. Babasına
doğru baktı. Babası da şaşkındı. Her zaman, her konuda kendinden emin olan
babasında, ilk defa ne yapması gerektiğini bilemez bir yüz ifadesi görüyordu.
Babasının bu halini gördüğünde korkusu bir kat daha artı. Başına ne gelirse
gelsin her zaman bir çözüm bulacağına inandığı babası çaresiz gözüküyordu.
Babasını süzerken, bir anda sağ taraflarında biten bir polis, babasının
suratına yumruğu patlatmıştı. Babası yumruğun etkisiyle sendelemiş, onu da yere
düşürmüştü. Babasının burnu kanamaya başlamıştı. Polise doğru dönmek yerine
hemen ona doğru gelmiş ve korumak için ona sıkıca sarılmıştı. Babası muhtemelen
burnunun kanadığının bile farkında değildi. Tek derdi ona bir şey olmasını
engellemek gibi görünüyordu. Babası, bir süre sonra onu korumaya çalışırken
nefes almasını engellemeye başladığını fark etti ve sağ kolunu yana doğru
kaydırarak başını çıkartabilecek kadar bir alan sağladı ona. Kafasını,
babasının oluşturduğu boşluğa doğru çevirdi. Biraz önce babasına vuran polis
başlarında dikiliyordu. İri yarı bir polisti ve o an yere kapaklanmış durumda, aşağıdan bakarken, polis uçsuz bucaksız görünüyordu. Mavi üniformasının büyük
bölümünü siyah plastikten korumalıklar kaplamıştı.
Yüzünü göremiyordu çünkü
kafasında büyük, siyah bir gaz maskesi vardı. İlerleyen dakikalarda etraf, ne
tavuk döner ne de pas kokusu bırakacak beyaz dumanla kaplandığında anlayacaktı
polisin neden maske taktığını. Polis, babasını maskesinden daha karanlık bir
siyaha sahip postalıyla tartaklamaya devam ediyordu. Hayatında ilk defa gerçek
bir polisle muhatap oluyordu ve şaşkındı. Çünkü şimdiye kadar tek bildiği
polis, pazar sabahları anne ve babasından erken kalkarak, kahvaltı hazır olana
kadar izlediği Batman çizgi filmindeki dedektif James Gordon dı. Dedektif onun
için iyiliğin tanımıydı. Dedektifin, kafasında oluşturduğu polis kavramına kötü
hiç bir şey yaklaşamazdı, yakışmazdı da. Polis, onun için, sevdiklerini kaybeden
bir çocuğun omzuna bir ceket koyarak umudun bitmediğini gösterecek kişiydi. Ama
o an babasını tartaklıyordu polis, hem de tek derdi çocuğunu korumak olan babasını.
Tepesinde dikilen polisi ve dedektif James'i düşünürken birden aklına okulda
devam ettiği tiyatro dersleri geldi. Babasının teşvikleri ve ısrarlarıyla
başlamıştı tiyatroya. O günün sabahında yürüyüşe katılma konusundaki
isteksizliğin aynısını göstermişti başlarda tiyatro için, fakat sanki onu ondan
daha iyi tanıyormuş gibi babası yine haklı çıkmıştı. Tiyatroyu çok sevmiş,
tiyatro derslerinin olduğu günleri iple çeker olmuştu. Son oyunları Romeo ve
Juliet'teki gibi, tiyatronun yarattığı dünyada kayboluyor, gerçek hayata dönme
konusunda pek gönüllü olmuyordu. Oyunları Romeo ve Juliet'in orta okul
yaşındaki oyuncular için bir miktar sadeleştirilmiş haliydi, ama ana
karakterlerin arasındaki aşkı hissetmelerini engellemiyordu bu sadeleştirme.
Artık Rosaline'nini aramaya başlarsa, Juliet'ine ulaşacağından emindi.
Ama o an, başında dikilen
polis, onu sadece dedektif James masalından uyandırmış, sanki yakasından tutup
tamamen gerçek dünyaya çıkarıvermişti. Polisin siyah maskesine bakarken anlıyor
gibiydi, hiç bir kızın onu, ölümünde baş ucunda durup,
"Canım sevgilimin
avucunda bir şişe. Demek ki, zehirden sevgilimin bu vakitsiz ölümü. Cimri.
Hepsini içmiş; bir damla bile bırakmadın demek kavuşabilmem için sana? Öyleyse
dudaklarından öperim, belki bir parça zehir kalmıştır dudaklarında, bir
zamanlar hayat veren dudakların bu kez son versin hayatıma. Sıcakmış dudakların
hala.. Hıı, gelen var elimi çabuk tutmalıyım. Ey hızır gibi yetişen hançer;
senin kının burası. Orada paslan ve ben de öleyim."
diyecek kadar sevmeyeceğini.