Bu Blogda Ara

3 Ocak 2013 Perşembe

SHAKESPEARE' E KÜSEN ÇOCUK



Dizlerinin üstünde yere kapaklanmış hareketsiz duruyordu. İstese de hareket edemezdi zaten. Babası üzerindeydi ve neredeyse tüm ağırlığını vererek sımsıkı sarılmıştı ona. Tek görebildiği asfaltın pürüzlü, siyah yüzeyi ve bu yüzeye düştüğü anda dağılan, babasının burnundan damlayan kandı. Sıhhiye köprüsünün altından tüm ülkeye yayılan ve sıcak havanın etkisiyle iyice belirgin hale gelen ağır tavuk döner kokusuna, babasının kanından gelen pas kokusu karışmaya başlamıştı. Nefes alması gittikçe zorlaşıyordu.
Halbuki gün çok güzel başlamış, ne sıcak ne de tavuk döner kokusu canını sıkmaya yaklaşabilmişti. Yürüyüşe Ulus'tan başlanmıştı. Ne yürüyüşü olduğunu bile bilmiyordu. Babası sabah kahvaltısından sonra, şaşırtan bir neşe ve heyecanla
-"Haydi kalk bakalım gidiyoruz" demişti.
-"Nereye?"
-"Yürüyüşe"
-"Ne yürüyüşü?"
-"Yürüyeceğiz işte"
-"Neden?"
-"Karşı çıkmaya"
-"Neye?"
Babası tüm sorularına, karmaşık cevaplar verir, babasının ne demek istediğini bir süre üzerine düşündükten sonra anlayabilirdi, ama bu son sorusuna aldığı cevabı hiç anlamamıştı;
-"Şimdilik o ayrıntıyı boş ver, ileride karar verirsin, önce yürüyelim"
Başta babasıyla yürüyüşe katılma konusunda pek gönüllü değildi ama Ulus'taki kalabalığı görünce heyecanlanmış, babasından daha istekli bir şekilde karışmıştı insanların arasına. İnsanların bağırdığı şarkıları hemen öğrenmiş, eşlik etmeye başlamıştı. Kalabalık, kızıl renkte yelekleri ve ellerinde tuttukları yine kızıl renkte uzun ince bayraklarıyla en önde yürüyen grubu takip ederek Kızılay'a doğru yürüyordu. Sıhhiye köprüsünün altından geçip, Hitit heykeline ulaştıkları ana kadar her şey bir bayram havasında devam ediyordu. Heykelin hemen yanında, yürüyen kalabalığa göre çok daha düzenli gözüken, mavi-siyah bir kalabalık bekliyordu. Kalabalık yürümeye devam ediyordu ama daha sonradan polis olduklarını anladığı mavi-siyah kalabalık görüş alanlarına girdiğinden beri, kalabalıkta oluşan gerginliği rahatlıkla hissetmiş, ama bu gerginliğe bir anlam verememişti. Babasına doğru kafasını kaldırdı. Neler olduğunu soracaktı ama alacağı muhtemel karmaşık cevap yerine, neler olduğunu bekleyip öğrenmeye karar verdi. Şarkılar söyleyen bir grup ve bu grubun karşılarından da polisler vardı. Kendisi korkulacak bir şey göremiyordu.
Kafasındaki soru işaretlerinin ortadan kalkması uzun sürmemişti. Olaylar, kalabalık polis kordonuna ulaştığında, kızıl yelekli gruptan bir adamla polislerin şefi arasında 5 dakika kadar süren hararetli konuşmanın ardından başlamıştı. Tartışma polis şefinin bağrışları ile sonlanmış ve birden polis kalabalığı dağıtmak için hareketlenmişti. Babası olayların büyüyeceğini sezdiği anda onu olabildiğince uzak bir yere götürmek istemişti ama kalabalığın safları o kadar sıkıydı ki, çok fazla uzaklaşamamışlardı. Polislerin, kalabalığın içine girişlerinden sonra herkes koşuşturmaya başlamıştı. Babası en güvenli olanın bu olacağını düşünmüş olacak ki, geriye doğru koşuşturmak yerine, onun hemen kolundan tutmuş ve hızlıca kaldırıma doğru sürüklemişti. Belli ki, olaylar sonlana kadar kenarda bir yerlerde beklemeyi umuyordu.

Olayları izlerken dehşete düşmüştü. Biraz önce güle oynaya şarkılar söyleyen insanlar telaşla koşuşturuyor, polisten kaçmaya çalışıyorlardı. Kaçma konusunda başarılı olamayanların durumu ise daha da korkunçtu. Polisler tarafından coplanıyor, yerde sürükleniyor, karga tulumba polis otobüslerine götürülüyorlardı. Babasına doğru baktı. Babası da şaşkındı. Her zaman, her konuda kendinden emin olan babasında, ilk defa ne yapması gerektiğini bilemez bir yüz ifadesi görüyordu. Babasının bu halini gördüğünde korkusu bir kat daha artı. Başına ne gelirse gelsin her zaman bir çözüm bulacağına inandığı babası çaresiz gözüküyordu. Babasını süzerken, bir anda sağ taraflarında biten bir polis, babasının suratına yumruğu patlatmıştı. Babası yumruğun etkisiyle sendelemiş, onu da yere düşürmüştü. Babasının burnu kanamaya başlamıştı. Polise doğru dönmek yerine hemen ona doğru gelmiş ve korumak için ona sıkıca sarılmıştı. Babası muhtemelen burnunun kanadığının bile farkında değildi. Tek derdi ona bir şey olmasını engellemek gibi görünüyordu. Babası, bir süre sonra onu korumaya çalışırken nefes almasını engellemeye başladığını fark etti ve sağ kolunu yana doğru kaydırarak başını çıkartabilecek kadar bir alan sağladı ona. Kafasını, babasının oluşturduğu boşluğa doğru çevirdi. Biraz önce babasına vuran polis başlarında dikiliyordu. İri yarı bir polisti ve o an yere kapaklanmış durumda, aşağıdan bakarken, polis uçsuz bucaksız görünüyordu. Mavi üniformasının büyük bölümünü siyah plastikten korumalıklar kaplamıştı.

Yüzünü göremiyordu çünkü kafasında büyük, siyah bir gaz maskesi vardı. İlerleyen dakikalarda etraf, ne tavuk döner ne de pas kokusu bırakacak beyaz dumanla kaplandığında anlayacaktı polisin neden maske taktığını. Polis, babasını maskesinden daha karanlık bir siyaha sahip postalıyla tartaklamaya devam ediyordu. Hayatında ilk defa gerçek bir polisle muhatap oluyordu ve şaşkındı. Çünkü şimdiye kadar tek bildiği polis, pazar sabahları anne ve babasından erken kalkarak, kahvaltı hazır olana kadar izlediği Batman çizgi filmindeki dedektif James Gordon dı. Dedektif onun için iyiliğin tanımıydı. Dedektifin, kafasında oluşturduğu polis kavramına kötü hiç bir şey yaklaşamazdı, yakışmazdı da. Polis, onun için, sevdiklerini kaybeden bir çocuğun omzuna bir ceket koyarak umudun bitmediğini gösterecek kişiydi. Ama o an babasını tartaklıyordu polis, hem de  tek derdi çocuğunu korumak olan babasını. Tepesinde dikilen polisi ve dedektif James'i düşünürken birden aklına okulda devam ettiği tiyatro dersleri geldi. Babasının teşvikleri ve ısrarlarıyla başlamıştı tiyatroya. O günün sabahında yürüyüşe katılma konusundaki isteksizliğin aynısını göstermişti başlarda tiyatro için, fakat sanki onu ondan daha iyi tanıyormuş gibi babası yine haklı çıkmıştı. Tiyatroyu çok sevmiş, tiyatro derslerinin olduğu günleri iple çeker olmuştu. Son oyunları Romeo ve Juliet'teki gibi, tiyatronun yarattığı dünyada kayboluyor, gerçek hayata dönme konusunda pek gönüllü olmuyordu. Oyunları Romeo ve Juliet'in orta okul yaşındaki oyuncular için bir miktar sadeleştirilmiş haliydi, ama ana karakterlerin arasındaki aşkı hissetmelerini engellemiyordu bu sadeleştirme. Artık Rosaline'nini aramaya başlarsa, Juliet'ine ulaşacağından emindi.
Ama o an, başında dikilen polis, onu sadece dedektif James masalından uyandırmış, sanki yakasından tutup tamamen gerçek dünyaya çıkarıvermişti. Polisin siyah maskesine bakarken anlıyor gibiydi, hiç bir kızın onu, ölümünde baş ucunda durup,
"Canım sevgilimin avucunda bir şişe. Demek ki, zehirden sevgilimin bu vakitsiz ölümü. Cimri. Hepsini içmiş; bir damla bile bırakmadın demek kavuşabilmem için sana? Öyleyse dudaklarından öperim, belki bir parça zehir kalmıştır dudaklarında, bir zamanlar hayat veren dudakların bu kez son versin hayatıma. Sıcakmış dudakların hala.. Hıı, gelen var elimi çabuk tutmalıyım. Ey hızır gibi yetişen hançer; senin kının burası. Orada paslan ve ben de öleyim."
diyecek kadar sevmeyeceğini. 
Daha, ufakta olsa gerçek bir ilişki yaşamamışken, aşkı Romeo ve Juliet'ten öğrendiğini sandığından, polis konusunda yaşadığından çok daha büyük hayal kırıklıklarının, aşkta onu beklediğini öğrenmişti o gün. Bunu ona Shakespeare yapmıştı.