Bu Blogda Ara

18 Haziran 2014 Çarşamba

RÜYA

Gördüklerimin rüya olduğunu uyandıktan sonra fark ettiğim,  "meğer hepsi rüyaymış" diye sonlanacak bir hikaye değil bu. Başından beri farkındaydım rüyada olduğumun. Kaldı ki, etrafımdaki tek katlı, bahçeli, şirin evlerin pastel renkleri, üzerinde durduğum arnavut kaldırımlı sokağın sonundaki, sonsuzluğa kadar devam ediyor gibi gözüken çayır, vanilyalı pudingi andıran gökyüzü gerçeklikten çok uzaktı. O an fark ediyordum kusursuz bir yağlı boya tabloya bakarken hissettiği huzurdan çok daha fazlasını hissediyordu insan, tablonun içerisindeyken. Aldığım her nefes biraz daha hafif hissetmemi sağlıyordu. Hafifleşiyordum, ama hızla değil, yavaş yavaş, gram gram, sanki tadını çıkarıyordum. Kucağımdaydı Ozan. Masum bakışlarını üzerime çevirmiş, kontrolsüzce sallıyordu boğum boğum olmuş kollarını. Dört aylık bir bebek ne yaparsa onu yapıyordu işte. Bacaklarını ve kollarını açıkta bırakan kısa bir tulum vardı üzerinde. Beyaz üzerine ince mavi çizgili. Artık dolduruyordu tulumlarının içini. Anladığımı düşündüğü üç, beş harflik alfabesiyle bir şeyler anlatırken bana, bir süre bakıştık. Birden, takibi zor olan kol hareketlerini yavaşlattı ve sonunda iki elini çenesinin üzerine koyarak hareketsizce beklemeye başladı. Bakışları hala masumdu ama sanki artık bana sözleriyle değil de bakışlarıyla bir şey anlatmaya çalışıyordu. Benden beklediği bir şeyler var hissine kapıldım rüyamın ortasında. Ne istediğini söylese hemen yapacaktım orada, fakat o sadece bekliyordu. Bakışlarına daha fazla dayanamayıp koltuk altlarından tutum ve kaldırabildiğim kadar yukarıya kaldırdım Ozan'ı. Yüzü aşağıda, vücudu yere paralel olacak şekilde tutuyordum. İstemsiz gibi gözüken hareketlerine alıştığım kolları, muntazam bir senkronlar iki yana, süzülen bir martının kanatları gibi açıldı. Kafasını yukarı doğru dikmiş, aşağıya değil tam karşıya bakıyordu. O an döküldü işte o cümleler ağzımdan,
-"Uçabilirsin Ozan, ne istiyorsan yapabilirsin."
Sözlerimin bitmesiyle kollarını aşağıya doğru sarkıtması bir oldu. Havada titreyerek tuttuğu kafasını ağır bir şekilde bana çevirdi. İlk anda okuyamadım gözlerini. Kızmış mıydı, üzülmüş müydü, hayal kırıklığına mı uğramıştı? Sanırım hepsi vardı. Böyle güzel bir rüyanın ortasında, hayatı boyunca duyacağı yalanların ilkini babasından duyuyordu.

Uyandım. Uyandığımı anlamak da zor olmamıştı. Boynumdaki ter, ağzımdaki pas tadı, yatak odasının perdesi açık penceresinden beni selamlayan ve Ankara'dan başka bir yerde daha grisini bulamayacağınız bulutlar yardımcı olmuştu bu konuda bana. Dışarıyı izlediğim bir iki saniyelik kısa sürenin ardından, Ozan'ın ince iniltilerinin geldiği tarafa doğru çevirdim kafamı. Beşiğinin içinde yüz üstü dönmeye çabalıyordu. Çıkardığı sesler ve yüzünün aldığı renk o an bunu her şeyden çok istediğini ele veriyordu, fakat uykusunda dönmemesi için yanına sıkıştırdığımız küçük yastık buna engel oluyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder