Bu Blogda Ara

21 Şubat 2012 Salı

DAHA DİBİNİ GÖRMEDİM


Elimde parlak metal tepsi, kulağımda suyun fokurdama sesi ve içimde açık camdan gelmesini beklediğim hafif bir bir esinti umudu. Ankara'da yaşadığım en sıcak akşamdı. Yumurtaların haşlandığından emin olduğumda kapattım elektrikli ocağı. Akşam yemeği için kuru ekmek haşlanmış yumurta menüsü ağzımın suyunun akmasına sebep olmasa da, yaşamımı devam ettirmem için mideme bir şeylerin girmesi gerektiğini biliyordum. Cebimizde , Kaplan'la (Mustafa) beni yarın Aydınlıkevler'den ODTÜ'ye götürecek kadar paradan 5tl kadar fazlası olsaydı, muhtemelen o anda ucuz bir kıymalı pide yiyor olacaktım. Varımızı yoğumuzu bizi okul yurdundan kurtaracak evin doymak bilmeyen ev sahibi ve emlakcısına yatırdıktan sonra, Kaplan'a bir gün sonra yatmasını beklediğimiz başbakanlık bursu umudundan başka, bir tek otobüs paramız kalmıştı. Ankara Üniversitesin'de okuyan ve o sıralar memleketinde yaz tatilini geçiren arkadaşın öğrenci evine mülteci gibi yerleşmesek, yaz okulu süresince okulun yurtlarına para verebilmemiz mümkün olmayacağından 100. yıl sokaklarında sabahlamak zorunda kalacaktık. Bu kadar parasız pulsuz kalmamızın sebebi ev tutma masraflarımız olsa da, duşumuzu, tuvaletimizi, mutfağımızı 450 erkek ile paylaşmamıza sebep olan yurt hayatından kurtaracak olan eve akıttığımız paralar canımızı sıkmıyordu.  Bir hafta sonra, artık kendi evimiz olacaktı. Bu ev hayatımızı ne kadar değiştirecek diye düşündüğümde, kendime verebildiğim tek cevap "biraları artık camdan sarkıtarak değil, buzdolabına koyarak soğutacağız" oluyordu, ama o kadar sonuç odaklı insanlar değildik zaten.
Tezgahın üzerindeki temiz olan tek kaşığı, ya da temiz olduğunu düşündüğüm tek kaşığı, sıcak suyun içerisine daldırdım ve haşlanmış iki yumurtayı sırayla koydum tepsinin üzerindeki kaseye. Tepsiyle girdim salona, öss ye hazırlanan gergin lise öğrencisinin odasına meyve getiren anne edasıyla.  Fakat ne Kaplan gergin ergendi, ne de ben fedakar anneydim. Bu gerçeği bana Kaplan'nın göbeğini açıkta bırakan dar t-shirt'üyle ve kucağındaki spor gazetesiyle uyuyakaldığı yer yatağındaki görüntüsü hatırlattı. Salondaki tek masanın üzerinde ne olduğunu bilmiyordum ama üzerinde yemek yenecek durumda olmadığını biliyordum. Tepsiyi salonun ortasında duran eski gazetenin üzerine koydum. Tepsidekilerin sigaramızın önünü doldurmaya yeteceğini  ummaktan başka şansım yoktu. Salondaki tek ses, evdeki tek elektronik eşya olan ve sesi en en kısık konumda olan ufak baş ucu radyosundan geliyordu. Radyo sadece türkçe rock çalan bir kanalı çektiğinden, bir haftada  Şebnem Ferah'ın bir hafta önce çıkan albümünü ezberlemiştik. O sırada yine Şebnem Ferah'ın son albümünden bir şeyler çalıyordu ama ses kısık olduğundan hangi şarkı olduğunu çıkaramamıştım. Yumurtalardan birini soyarken, bitkin bir ses tonuyla Kaplan'a seslenmeye başladım. Seslenmelerime Kaplan tepkisiz kaldıkça sesimin şiddetini arttırıyordum. Kaplan'ı uyandırmaya çalışırken yumurtayı yarısını soymuştum bile. 10 dakika önce açlıktan isyan naraları atan Kaplan'ı uykusundan uyandıramıyordum. Kafamı yavaşça yer yatağındaki Kaplan'a çevirdim. Uyanmaya o kadar uzak gözüküyordu ki, sesimi ne kadar yükseltirsem yükselteyim sonuç vermeyecek gibiydi. İşte tam onda hissettim o duyguyu. Eğer yaşadığım hayatın bir dibi varsa, ben o zamana kadarki hayatımın tam olarak dibindeydim. Sesim duyuramadığım Kaplan, kulağımda kötü bir Şebnem Ferah şarkısı, üzerine oturduğum ve gittikçe uyuşan sağ bacağım ve elimde yarı çıplak haşlanmış yumurta. Otobüs parasından başka param yoktu. Bildiğim, tanıdığım her şey birden etrafımdan uçup gitmişti sanki. O an yalnızdım. O an sıfırdım. Hiç bir şey değildim. Bana bunu hissettiren en önemli şey sesimi Kaplan'a duyuramıyor olmamdı. Sanki kapsama alanı dışındaydım. Benim, bildikleri Erçin dışında biri olmamın en büyük engeli arkadaşlarımın, benim ODTÜ'de okuyan başarılı bir çocuk olduğumu karşı komşusuna anlatırken gururu zirvelerde yaşayan annemin, bir an önce mezun olup köleleri olmamı bekleyen adamların, hepsinin kapsama alanı dışındaydım. Ergenlik döneminde defalarca hissettiğim, herkesin, her şeyin bana karşıymış  hissi değildi bu. Tam tersi herkese, her şeye o kadar uzaktaydım ki, hiç bir şey yoktu karşımda. Tam olarak dipteydim. Dipte hissediyordum ama mutsuz ya da güçsüz hissetmiyordum. Elimdeki yumurtaya baktım. Sanki o tutuyordu beni kapsama alanlarının dışında ve o elimde oldukça, beni yeniden kimse sokamayacaktı içimi daraltan o çemberlerin içine. Fakat açtım. Hızla yumurtanın kalan kısmını da soydum ve bir lokmalık kuru ekmekle birlikte yedim yumurtanın tamamını. Ilık çeşme suyumu sigaramla birlikte içtim ve salonun diğer ucundaki yer yatağına kuruldum. Yarın sabah kalkacak son paramı 413 nolu otobüse verecek ve mükemmel köle yetiştirici okuluma tıpış tıpış gidecektim. Ders aralarında arkadaşlarım benimle takılırken gülüp eğlenecekler, uzaklarda bir yerlerde annem benimle gurur duyacaktı. Gözlerimi kapatırken mutlu gibiydim. Radyoda Haluk Levent çalıyordu ama sesi kısık olduğu için hangi şarkı olduğunu çıkaramadım. 

1 yorum: