Bu Blogda Ara

6 Ocak 2014 Pazartesi

BENCE SICAKTI


Sarı ışığın samimiyet kazandırmaya çalıştığı mutfağımızda, akşam yemeklerinin şaşmayan saatinde toplanmıştık yine ailecek. Babam ve ablam benim gibi yerlerine kurulmuşlar çorbalarını beklerken, annem beklenen çorbaları kaselerine koyuyordu. Masanın üzerinde mükemmel şekilde bilindik yerlerine konan derin tabaklar, ana yemekten önce çorba kaselerinin üzerlerine konulmasını bekliyor, rutinin verdiği ızdırapta bizi yalnız bırakmıyorlardı. Uzun yemek masasının pencereye dayanmış kenarına yakın kısımda, babamın tam karşısında oturuyordum. Dirseklerimden aşağısını masanın üzerine koymuş, mavi, kalın, plastik masa örtüsünün serinliğini kolumda hissediyordum. Sol tarafımda kalan tahta doğrama pencerenin geniş aralığından gelen ılık esinti, sadece benim duyabileceğim, tiz bir ıslık çalıyordu. Beyaz renkli, ince tülü yavaşça yana kaydırarak sokağa baktım. Açık gri renkteki otobüs durağı, sokağın kalan kısmı gibi boştu. Durağın hemen yanında yükselen sokak lambası, güneş henüz tamamen batmamış olmasına rağmen ışığını yakmış, güneş ışığından dolayı varlığını gösteremiyordu. Tülü rahat bırakarak tekrar masaya döndüm. Yazılı olmayan, ama gerekli görüldüğünde babam tarafından sözlü olarak hatırlatılan ve evimizin en önemli kurallarından biri olan "sofrada konuşulmaz" kuralı, evin tüm bireyleri tarafından kusursuzca yerine getiriliyor, annem çorbaları koyarken kepçenin kaseye değdiği anda çıkardığı sesler tüm ayrıntıları ile duyuluyordu. Dördümüzü bir araya getiren tek an olan akşam yemeklerini sessizliğe bürüyen bu kuralı hiç bir zaman anlamamıştım, ama beni çok da rahatsız etmeyen, kolay kabullendiğim bir kuraldı. Annem son çorba kasesini de kendi tabağının içerisine koyduktan sonra masaya oturdu. Anneme ve ablama baktım kısa bir süre. Sessizlik kuralını bozmayacakları belliydi o akşam, fakat o gün özel bir gündü benim için ve kural, kanun dinlemeyecek gibiydim. Otuz yaşıma geldiğimde bile, kendi kendime sorduğum "neye yeteneğim var bu dünyada?" sorusunun tek cevabı olan futbol, o günden sonra, hayatımda resmiyet kazanacak, lojman içerisindeki ezeli rakiplerimize karşı yıllardır araba park alanlarında verdiğim mücadeleler geride kalacak, profesyonel futbola adım atacaktım. Okuldan çıkışta, öğleden sonra koştura koştura gittiğim ve son dakikalarda ismimi yazdırdığım Eskispor futbol takımı seçmelerinde, hoca tarafından beğenilmiş, takıma seçilmiştim. Kendi yaş aralığımda seçmeler için yapılan maçta, hocanın bendeki yeteneği görmesi sadece 5 dakikasını almış, beni hemen maçtan çıkartarak ismimi yazdırmıştı. Maçın daha 5. dakikasında durdurularak, benim kenara çağrılmam, o an kenarda bekleyen ve benimle aynı hayali paylaşan onlarca yaşıtımın bakışları arasında hocanın yanına, o ortak hayale doğru yürümem, ömrüm boyunca unutamayacağım bir ana dönüşüyordu. İnsan, hayatındaki en büyük hayale eriştiği zaman, bu yolda kimlerin üzerine bastığını, kimleri ezdiğini umursamıyordu sanırım. Buna bir de çocuk acımasızlığını eklediğimde, o an gözlerini üzerime dikmiş olan rakiplerimin içinde bulundukları durum bana zevk bile veriyordu. İlk defa kendi koyduğum, ısmarlama olmayan bir başarı hedefine ulaşmıştım ve bunu evdekilerle paylaşmak için sabırsızlanıyordum. Aile içersinde, sofrada sessizlik kuralını en iyi içselleştiren "ben", o anda takıma seçildiğini neşe içerisinde anlatmak için yerinde duramayan "ben" karşısında sert bir kabuk gibi duruyor, fakat bir yandan da bunu uzun süre sürdüremeyeceğinin farkına varıyordu. Sessizliği bozmalı, çorbalarımızı kaşıklamaya başlamadan mutluluğumu onlarla paylaşmalıydım. Hayatımda ilk defa başarılı hissediyordum.

-"Ben bugün Eskispor'un seçmelerine katıldım. Seçtiler beni. İki gün sonra antrenmana gideceğim." dedim.

Sesimi hiç o kadar özgüven sahibi bir şekilde duymamıştım. Sofradaki sessizliğin benim tarafımdan bozulmasıyla yaşadıkları şaşkınlığın geçmesini, tebrik konuşmalarına başlamalarını bekliyordum. Tebrikleri kabulden sonra Eskispor'un altyapısının ne kadar iyi olduğunu, seçilmenin nasıl zor olduğunu ballandıra ballandıra anlatacak, sahanın ortasındaki gurur yürüyüşümün detaylarını verecektim. Annem, yüzünde oluşan hafif gülümsemenin ardından tam bir şey söyleyecekti ki, babamın çorbasından, ağzını şapırdatarak aldığı ilk yudum dikkatlerin o yöne çevrilmesine sebep oldu. Babam yüzünü buruşturarak,

-"Çorba soğuk mu? Tam ısıtmamışsın." dedi anneme.

Annem ayağa kalkarak babamın çorba kasesini aldı. Sofranın üzerine tuttuğum kollarım masa örtüsüne yapıştı bir anda. Hareketsizce babama bakıyordum. Babam hiç çocuk olmuş muydu? Babasından ufak bir takdir beklemiş miydi severek yaptığı bir şeyde başarılı olduğu için  ya da sırf onun ilgisizliğinden dolayı kaybetmiş miydi ilgisini çok sevdiği bir şeylere karşı? Babam 11 yaşında olmuş muydu hiç, 11 yaşında yanında dev gibi duran babasında korkmuş muydu, benim babamdan korktuğum kadar? Güneş ışığının karşısında, güçsüz bir sokak lambasının yaşadığı acizliği yaşamış mıydı babasının karşısında? Babamın yaşanıp yaşanmadığından emin olamadığım çocukluğu ile ilgili sorular kafamın içerisinde fütursuzca dolaşırken, kızarmış ama yaşarmamak için direnen gözlerimi babamın yüzüne dikmiştim. Hissettiklerim kızgınlık mıydı, üzüntü müydü ya da ikisi bir arada mıydı ayırt edemiyordum. Sanırım çocuklar hislerini isimlendirmekte biraz zorlanıyorlar. Ben dikkatlice babamın yüzünü incelerken, sanki o bana bakmamak için büyük çaba sarf ediyordu. Bir an tuhaf bir hisse kapıldım. Benim ondan korktuğumdan çok daha fazla korkuyor gibiydi benden. Hayal kırıklığına uğramış bir çocuktan daha korkunç ne olabilirdi ki? Kafamı öne doğru eğdim. 18 yaşında o evden ayrıldıktan sonra bir daha hiçbir akşam yemeği menüme dahil etmediğim o sessizlik yeniden çökmüştü sofranın üzerine. Çorbamdan bir kaşık aldım. Bence sıcaktı.  

 

 

1 yorum:

  1. Bence de sicakti. Kucuk, masum gozler sana bakmaya basladiginda, sicaklara soguk dememen temennisiyle, buyuk masum gozlerinden opuyorum.

    YanıtlaSil