Bu Blogda Ara

5 Şubat 2014 Çarşamba

ISLAK KÖPEK



Gri sıfatının bile renkli kalacağı, renksiz bir Ankara sabahı. Geniş caddenin kalabalık kaldırımında aylak aylak yürüyorum. Yavaş adımlarla, heyecansız yürüyen bir tek benim. Hepinizde bir telaş, seri adımlarla, dümdüz karşıya bakarak yürüyorsunuz. İnce ve yavaş yağan yağmur sadece sırtımdaki tüyleri hafif bir şekilde ıslatmış durumda. Ben, artık korkup yolunuzu değiştirmek bir yana, varlığımın bile farkına varmadığınız sokak köpeğiyim. Sarı ve siyah renkli tüylerim cılız. Çok zayıfım. Dönüp bir kere baksanız bana, kaburga kemiklerimi rahatlıkla sayabilirsiniz. Kafamı genelde aşağıya doğru, zemine yakın tutuyorum. Sokakta amaçsızca yürümek hoşuma gidiyor. Kendime, önemsiz ve sizinkilere nazaran kısa vadeli hedefler koyuyorum, refüjdeki çimenlerde iki tur yuvarlanmak yada yolun karşısına geçmek gibi. O an oradan hızla geçen bir araba gibi hedefim ile arama engeller girerse, bunu pek önemsemiyor ve yeni hedefler belirliyorum. Hiçbirinizin beni fark etmemesine alınmıyorum, sadece hayatı bu kadar ciddiye alışınıza üzülüyorum. Çocuk olanlarınız var aranızda. Üzerlerinde okul üniformaları, kendilerinden ağır çantaları sırtlarında. Onlar da telaşlı. Hatta telaşları, henüz alamadıkları uykunun izlerini yüzlerinden silip götürecek kadar güçlü. Yetişkin olanlarınızın çantaları sırtlarında değil, ellerinde. Hepiniz çok şıksınız. Erkeklerin takım elbiseleri, ütülü gömlekleri, sonuna kadar sıkılmış dar kravatları, uzun kaşe montları, yağmur damlalarının üzerinde tutunamadıkları cilalı ayakkabıları var. Mükemmel taranmış, uzun, kısa saçlar. Ceketlerin kollarına sığmayan, büyük kol saatleri. Hepinizin üzerinde benzer kıyafet, çocukların üniformalardan kurtulmak için daha uzak bir zamanı düşlemeleri gerektiğini düşündürüyor bana. Kadınların arasında ise çeşitliliği yakalamak daha mümkün. Kimisinde erkeklerinki gibi kumaş pantolon, kimisinde etek. Yağmur sağanağa dönüşmemiş olsa da, kaldırımlarda oluşturacağı küçük göletler öngörülerek seçilmiş kapalı ayakkabılar yüksek topuklu. Erkekler kadar güçlü gözüküyorlar. Hızlı adımlarla birlikte topukların kaldırım taşlarına yaptıkları darbeler güzel bir melodi oluşturuyor, siz duymasanız da. Çocuk, erkek, kadın, her birinizin elinde geniş siyah şemsiye var. Ayakkabılarınızın burun kısımları dışında hiçbir yerinize değmiyor yağmur damlası. Benzer kıyafetler, seri adımlar, siyah şemsiyeler ve telaş dışında hiçbir ifadenin yerleşemediği suratlar. Sanki koca şehir senkronize bir dans gösterisi sunuyor. Dedim ya üzülüyorum, çok ciddiye alıyorsunuz yaşantılarınızı. O kadar önemli ki hayatlarınız, benim varlığımı sıkıştıracak yer bulamıyorsunuz. Bihaber olduğunuz yaşamım, var olma mücadelesi veriyor paylaştığımız şu kaldırımda ama sizin kadar ciddi bir tavır sergileyemiyorum yine de. Görmediğinizden beni, üzerime basacağınızdan korkuyor, adımlarınızın arasında slalomlar yapmak zorunda kalıyorum bazen. Bazen de, sizin ayak basamadığınız bir aralık bulursam, duruyor sizi izliyorum, sonra aşağıya bakmaya alışkın kafamı yavaşça yukarıya kaldırıp yağmur damlalarının geldiği yeri bulmaya çalışıyorum. Gri gökyüzü ele vermiyor, gizliyor yağmurun kaynağını. Bana, sanki sadece üç dört metre yukarıdan düşüyor gibi geliyor yağmur damlaları. Daha dikkatli bakmaya çalıştığım anda sol gözümün içine damlıyor bir tanesi. Hızla kırpıyorum gözlerimi. Tekrar yürümeye başlıyorum ve sonra o geliyor. O genç adam. O da sizin gibi giyinmiş, sizin gibi bakıyor, sizin gibi yürüyor. Elinde siyah şemsiye. Sizden biri. Onun yan masasında çalışıyor, öğle arasında onunla aynı restoranda yemek yiyor, onunla veriyorsunuz sigara molasını yangın merdiveninde. Ama onun sizden bir farkı var, o beni fark ediyor. İlk defa bakıyor biri gözlerimin içine. Adımları yavaşlıyor bir an, ben duruyorum. Yanımdan geçtikten sonra kafasını çevirip bakıyor omzunun üzerinden. Hemen takibe koyuluyorum. Bir adım gerisinden gidiyorum. Geldiğimin farkında. Bana çok belli etmeden, kafasını hafif çevirerek kontrol ediyor takibi bırakıp bırakmadığımı. Bir süre yürüyoruz bu şekilde. Sonra o kocaman binanın önüne gelince duruyor. Ben de duruyorum. Binanın sağında ve solunda granit sütunlar yükseliyor, orta kısmı ise dışa doğru bombeli aynalı camlardan oluşuyor. Girişinde otomatik, döner kapı. Bina o kadar yüksek ki muhtemelen yağmurun geldiği yere ulaşıyor. Adam kısa süre için baktıktan sonra bana, binanın kapısına doğru yöneliyor, şemsiyesini kapatıp, hızla sallayarak suyunu silkmeye çalışıyor ve içeri giriyor. Arkasından bakıyorum. Tekrar sizin, benden habersiz güruhun arasında yürümek için kendimi hazırlamaya çalışıyorum. Tam adımımı atacağım, döner kapıdan adamın geri çıktığını görüyorum. Bu sefer kaşe montu da yok şemsiyesi de. Ceketinin eteklerini iki yana atmış, elleri ceplerinde geliyor yanıma. Bir şey demesine gerek yok, birlikte yürümeye devam etmek istediği belli. Yürümeye başlıyoruz. Bu sefer arkasında değil hemen yanındayım. Benim gibi yol boyu insanlara çarpmamak için zikzak yapıyor. İlk köşeden sağa, bulunduğumuz caddeye göre daha tenha ara sokağa dönüyoruz. Caddeden uzaklaştıkça kalabalık azalıyor. Sonra birden duruyor. Kafasını yukarıya, gökyüzüne doğru kaldırıyor. İnce telli saçları ıslanmaya ve alnına yapışmaya başlamış. Bulutlara doğru bakarken gözüne yağmur damlası geliyor. Hızla kırpıyor gözlerini. Gülümsüyor. Hayatımda ilk defa, sokakta yürüyen ıslak bir köpek kadar mutlu bir insan görüyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder