Bu Blogda Ara

3 Nisan 2014 Perşembe

MOLA



BÖLÜM 1
-"......dilenme tesislerinde yarım saat ihtiyaç molası verilecektir. Mola süresinin bitiminde otobüsteki yerlerinizi almanız rica olunur."
Muavinin rahatsız edici sesiyle uyandım. Düzgün bir Türkçe ile yazılmış olan metin, muavinin şiveli konuşmasının üzerinde eğreti durmuştu. Söyleyenini ve ismini bilmediğim kötü bir Türkçe pop şarkısı çalan radyonun sesi, herkesi uyandıracak şekilde açılmıştı. İhtiyaç molası zorunluydu sanırım. Otobüsün içi, koridorun her iki tarafına muazzam bir şekilde sıralanmış floransan lambaların parlak, beyaz ışıkları ile dolmuştu. Gözlerimi yarım açabiliyordum. Otobüsün büyük ve soğuk camına dayadığım kafamı yavaşça kaldırdım. Pürüzsüz camın üzerinde sadece yağlı saçımın bıraktığı biçimsiz şekil, dışarıda ise kapkaranlık bir gece vardı. Uzay boşluğunda yolculuk ediyor gibiydik. Boynumu sağa sola hareket ettirmeye çalışsam da pek başarılı olamadım. İki büklüm uyuduğum koltukta her yerim tutulmuştu. Kurumuş olan ağzımı açabilsem, seslenebildiğim ilk kişiden su isteyecektim ama bu imkansız gibiydi. Boğazımda oluşan kuruluğu gidermek için çıkardığım bir iki öksürük sesine yanımdaki iri adam, benimkinden daha kalın bir sesle eşlik etti. Adamın göbeği neredeyse önündeki koltuğa değecekti. Sıcak otobüsün içerinde, hareketsiz bir şekilde, üzerindeki kalın boğazlı kazak ve balıksırtı ceketle nasıl oturduğuna şaşırmış, bu görüntüyle karşılaşır karşılaşmaz istemsizce sağ kolumun çıplak kısmını soğuk otobüs camına yapıştırmıştım. Camdan gelen serinlik, dirseklerimden yukarıya doğru bir karınca gibi ilerledi. Boynumu saran serinlik oradan ağzıma, ağzımdan da aşağıya doğru akarak susuzluğumu biraz olsun çekilir hale getirdi. Su isteği aklımdan usulca uzaklaştığı o an garip bir his kapladı içimi. Nereye gittiğimi hatırlayamadığımı fark ettim. Etrafa belli etmemeye çalıştım kapıldığım dehşeti. Sırtımdaki dayanılmaz ağrıyı ve koltuğumun yarısını kullanan iri adamı umursamadan doğruldum. Zihnimin içinde telaşlı bir şekilde arıyordum otobüsün nereye gittiği sorusunun cevabını ama her geçen saniye soruma cevaplar bulmak yerine, yeni sorular getiriyor, hatırlamadığım tek şeyin otobüsün gittiği yer olmadığını vuruyordu yüzüme. Nereden geldiğimi, neden bu otobüste olduğumu, otobüsün gittiği yerde birinin beni bekleyip beklemediğini, geldiğim yerde otobüs kalkana kadar inatla uzaklaşmadan bana el sallayan birilerinin olup olmadığını, ismimi, kim olduğumu, hiçbir şeyi hatırlamıyordum. O an acil durum çekicine uzanabilsem camı un ufak edip çığlık atarak otobüsten atlayacaktım. Solumdaki iri adama baktım. Ondan isteyemedim otobüsten uzaklaşmak için bana müsaade etmesini. Otobüs sanki gittikçe daralıyor, bulunduğum koltuğa doğru katlanarak küçülüyordu. Göz ucuyla camın hemen altındaki numaradan hangi koltukta olduğuma baktım. Pencere şeklinin yanında "30" yazıyordu. 30 numaralı koltuktaydım. Benim miydi o koltuk? Ben miydim o iri adamın yanında uyuklayan yolcu? Eğer öyleyse neden kim olduğum konusunda hiçbir fikrim yoktu. Başkasının yerine, başkasının koltuğunda, başkasının yapması gereken bir yolculuğu yapıyor gibiydim. Koltuğun asıl sahibi sanki birazdan otobüsün koridorundan yavaş adımlar ve şaşkın bir suratla gelecek ve beni yerinden kaldırarak oturacaktı koltuğa. Beni kaldırmak için kibarca "Pardon bu koltuk benim sanırım." diyerek elindeki bileti okuyamayacağım uzaklıkta tutmak yerine, yavaşça kaldırarak göğsüme doğrulttuğu pompalı tüfeği ateşleyecek, ben otobüsün camından dışarıya fırladıktan sonra da iri adamdan izin isteyerek yerine geçecekti. Artık nefes almamı bile engelleyen o otobüsün içinden çıkabileceksem, pompalı tüfeğiyle 30 numaralı koltuğun asıl sahibinin gelmesine bile razıydım. 30 numaralı yolcu muydum, değilsem kimdim ve bu koltukta ne geziyordum? Kafamda dolaşan soruların kontrolünü kaybetmeye başladığım sırada gözüme takıldı önümdeki koltuğun arkasındaki cebe sıkıştırdığım kitap. Kitabın arka yüzü bana dönüktü. İsmini göremediğim kitabın rengi hiç tanıdık gelmedi. Kitap ayıracı olarak kullandığım ve yarısı kitabın dışına sarkmış durumdaki otobüs biletiydi asıl ilgimi çeken. Otobüs bileti tüm sorularımı cevaplayabilirdi. Kim olduğumu, nerden gelip nereye gittiğimi söyleyebilirdi bana. Oturuşumu çok bozmadan cama yapışmış olan sağ elimle uzanıp aldım kitabı. Biletin olduğu sayfayı açtım. Hemen bilete bakmak yerine, sanki sorularımın cevabını bulacakmışım gibi kaldığım sayfaya göz gezdirdim. 29. sayfada kalmışım, hatırlamıyordum. Sayfanın ortasındaki paragraflardan birini rastgele seçip okumaya başladım.

"Antik Yunan kültürü uzmanları, o dönemde yaşamış insanların fikirlerini kendilerine ait saymadıklarını söylüyorlar. Antik Yunanlılar akıllarına bir fikir geldiğinde, bir tanrı veya tanrıçanın kendilerine bir emir verdiğini sanıyorlardı. Apollon onlara cesur olmalarını söylüyordu. Athena ise aşık olmalarını söylüyordu. Günümüz insanları ise ekşi kremalı patates cipsi reklamı duyar duymaz, satın almak için hemen sokağa fırlıyorlar ama buna özgür irade diyorlar artık."

Okuduğum paragraf ne okuduğum kitabı ne de başka bir şeyi hatırlamam konusunda bir ipucu sağlamıştı. Paragrafı okumayı bitirdiğimde girmişti otobüs mola verilecek olan tesise. Otobüs biletine ya da kitabın ismine bakmadan aynı şekilde tekrar koydum kitabı önümdeki koltuğun arkasındaki cebe. Bilette okuyacaklarım bir şeyleri hatırlamamı sağlamadığı gibi, kapıldığım dehşeti daha da derinleştireceğinden korkmuştum sanırım. Dinlenme tesisinin soluk ışıklı panosunda, isminin yazılı olduğu kısımdaki lambalar ömrünü doldurmuş olacak, sadece "....DİNLENME TESİSİ" kısmı okunabiliyordu. Küçük tesis, uzayda yaptığımız yolculuk sırasında karşımıza çıkan başı boş bir uydu gibiydi. Biz orda bulunmadıkça herhangi bir hayat belirtisinin olmadığı bir uydu. Otobüs uzun tıslamalarla durdu. Tesisteki tek otobüs bizimkiydi. Otobüsün kapıları son tıslamayla açıldı. Otobüsteki herkes hızlı adımlarla indi aşağıya. Kimi direkt tuvalete hareketlendi, kimi çantalarından ya da ceplerinden çıkardıkları sigara paketlerine sarıldı. En son inen, bana "İnmeyecek misin?" diye sorar gibi bir bakış fırlatan muavin olmuştu. Otobüsün içindeki Türkçe pop şarkısını ve floransan ışıklarını karanlık bir anda yutuverdi. Sessiz ve karanlık otobüsün içerisinde tek başıma, 30 numaralı koltukta oturuyordum. Biraz önce, göğsümde büyük bir delik eşliğinde bile olsa otobüsten inme arzum, Türkçe pop şarkısıyla birlikte kaybolmuştu. Otobüsten inmek, otobüsü yıkayan hortum ve su birikintilerin arasından sekerek yürümek, soğuk tuvalette yan yana işeyen şoför ve muavinin esprilerini dinlemek, siyah kumaş pantolonu, beyaz gömleği ve siyah papyonuyla tezat oluşturan eski gri hırkalı, genç, köse garsonun çay bardağı dolu tepsisinden çay almak istemiyordum. Tesise doluşan yolcuları izlerken, yeşil telleri iki yana ayrılmış fırçanın cama yapışmasıyla irkildim. Fırça hızla aşağı yukarı hareket ederken, içinden fışkıran su ağır ağır aşağıya süzülüyordu. Fırçayı, camdan akan sudan dolayı bulanık görebildiğim, lacivert tulumlu, sarı çizmeli bir adam sürtüyordu cama. Adamın bulanık yüzünü izlemeye başladım. Ne yapıyordu bu tesiste? Ömür diyor muydu geçirdiği şeye bu yerde? Benim, kendimle ilgili her şeyi unutup kaybolduğum anda geldiğim bu tesiste, sadece kaybolanların geleceği bu yerde, astronotların sadece zorunda kaldıklarında uğradığı bu uyduda, "A" ile "B" arasındaki doğru parçasının ortasındaki bir noktada, "gitmek" ve "gelmek" fiillerinin üçüncü şahıslara mahsus olduğu, durmanın en hakiki eylem olduğu bu tesiste. İnip aşağıya sorsaydım o tulumlu adama, orada kalmayı mı yoksa benim gibi kaybolmayı mı tercih ederdi? Camdaki sular aşağı süzüldükçe adamın yüzünün hatları keskinleşmeye başlamıştı. Camda hiç su kalmayıp adamın yüzünü gördüğüm anda yapıştım koltuğa. Lacivert tulumun içerisinde, fırçayı tutan adam bendim. Avucumu cama yapıştırdım. Adam da ben de hareketsiz, birbirimize bakıyorduk. Gözlerimi açıp hepsinin rüya olduğunu fark etmek istiyordum. Rüya ama kimin rüyası. 30 numaralı yolcunun rüyası mı, lacivert tulumlu, otobüsü yıkayan adamın rüyası mı? Gerçek mi, rüya mı, kimin gerçeği, kimin rüyası?


BÖLÜM 2

-".... abi kalk hadi, uyan, otobüs geldi."
Garson çocuğun dürtmeleriyle uyandım. Gözlerimi yavaşça açtım. Garson çocuk başımda dikilmiş kısık gözlerle bana bakıyordu. Belli ki o da otobüsün gelmesiyle uyanmıştı derin uykusundan. Üzerindeki siyah kumaş pantolon, beyaz gömlek ve siyah papyon zorunluydu ama muhtemelen gri hırkayı üşüdüğünden giymişti. Dinlenme tesisinin otobüs yıkama için kullanılan çeşmenin yanındaki mermere oturmuş, uzun süre otobüs gelmediğinden de beklerken uyuyakalmıştım. Tulumumun paçalarını sarı lastik çizmemin içine sokarken biraz önce gördüğüm garip rüyanın etkisinden kurtulmaya çalışıyordum. On yıldır çalıştığım o dinlenme tesisine otobüsün içindeki bir yolcu gibi gelmiştim ilk defa. Sürekli bir yere giderken yada bir yerden dönerken gördüğüm yolcular gibi.  Hiçbir zaman bir yerde duramadıklarını, yerleşik durumu bilmediklerini düşündüğüm yolcular gibi. Benim yaşadığım, çalıştığım o yeri yolculukları sırasında zorunlu bir uğrak yeri olarak gören yolcular gibi. Benim varlığımdan bihaber olan yolcular gibi. Benim yüzümü sadece yıkadığım camın ardından bulanık bir yüz olarak gören yolcular gibi. Çeşmenin soğuk suyuyla yüzümü yıkadım. Gözümü tam açabildikten sonra kaptım fırçayı ve otobüse doğru ilerledim. Benim dünyamın yarım saatlik misafirlerinden bir yenisi. Tek otobüs vardı o an tesiste. Otobüsten yolcular inmeye başlamıştı. Her gün yüzlerce gördüğüm o yolculardan biri olmak çok garip hissettirmişti bana rüyamda. Fakat asıl garip hissettiren rüyanın sonu olmuştu. Rüyanın sonunda benim oturduğum koltuğun yanındaki camı yıkayan görevlinin yine kendim olduğunu görüyordum. Kendimle göz göze gelmiştim ve tam o sırada garson çocuk uyandırdı beni. İnmekte olan yolcular otobüsten uzaklaşınca yıkamaya başladım otobüsü. Yavaş yavaş arka camlara doğru ilerlediğimde otobüsün içinde sadece bir yolcunun kaldığını fark ettim. Tıp ki biraz önceki rüyamda benim yolcu olarak otobüste tek başıma kalmam gibi. Tam o yolcunun bulunduğu camı yıkarken, gözümü onun bulanık yüzüne doğru diktim. Sanki garson çocuk uyandırmadan önce gözlerimin önündeki sahneyi bu sefer başka bir açıdan izliyorum. Camı yıkamam bitmişti ama nedense geçemedim bir sonraki cama. Ne olduğunu anlayamadığım bir güç beni olduğum yerde tutuyordu. Fırçayı yere indirdim. Tazyikli su yerdeki betondan çizmelerime fışkırıyordu ama umursamıyordum. Bakışlarım yukarıda, otobüsün içindeki yolcunun üzerindeydi. Camdaki sular ağır ağır süzüldü, yolcunun yüz hatları belirginleşmeye başladı. Yolcunun yüzünü tam olarak görebildiğim anda korkudan bayılacak gibi oldum. Muhtemelen yolcu da aynı korkuyu yaşıyordu. Yolcu bendim. Dışarıdan otobüsün içindeki kendime bakıyordum ya da otobüsün içinden dışarıdaki kendime bakıyordum. Bunun bir rüya olmasını umuyor, garson çocuğun gelip beni uyandırmasını istiyordum, ama hangimizi uyandıracaktı ondan emin değildim.

BÖLÜM 3

-"......dilenme tesislerinde yarım saat ihtiyaç molası verilecektir. Mola süresinin bitiminde otobüsteki yerlerinizi almanız rica olunur."
Muavinin rahatsız edici sesiyle uyandım. Otobüs yavaşladıkça daha fazla titremeye başlayan cam, kafamı lastik bir top gibi sektirmeye başlamıştı. Tutulan boynumdan dolayı çok yavaş kaldırabildim kafamı. Yanımdaki iri adamdan dolayı cama yapışmış gibiydim. Otobüsün içindeki parlak ışıktan dolayı kıstığım gözlerimle dışarıya bakıyordum. Finaller biter bitmez sonuçların açıklanmasını beklemeden yurt odasındaki pılımı pırtımı toplayıp atlamıştım otobüse. Annemlerin yanı gitmeyeli neredeyse bir yıl olmuştu. Bu yaz tatilinde evde geçirdiğim süreyi biraz uzun tutarak, babamla aramda oluşan buz dağını eritemesem bile en azından daha da büyümesini engellemeyi amaçlıyordum. Tıslama sesleriyle birlikte dinlenme tesisindeki yerini almıştı otobüs. Tenha dinlenme tesisini görünce hatırladım, muavinin sesiyle uyanmadan önce gördüğüm ilginç rüyayı. O an durduğumuz dinlenme tesisine çok benzer bir tesiste otobüs yıkayan görevlilerden biriydim. Hatta tek yıkama görevlisi bendim sanırım. Dinlenme tesislerinde ömrünü geçiren insanlar hep ilgimi çekmişti ama özellikle yıkama görevlilerini daha dikkatli bir gözle izlerdim. Yüzlerini ıslak camın ardında gördüğümüz, seslerini hiç duymadığımız, ellerinde fırça olamadan görmediğimiz adamlardı onlar. Bizim ihtiyaç molası için durduğumuz yerde yaşamlarını tüketen insanlar. Hayatları boyunca yüz yüze geldiği tüm insanların kendilerini bulanık gördüğü insanlar. Herhalde onlara bu kadar kafayı taktığım için kendimi onlardan biri olarak görmüştüm. Rüyamın asıl ilginç olan kısmıysa sonuydu. İçinde tek bir yolcunun kaldığı otobüsün camını yıkarken, otobüsteki o tek yolcunun da kendim olduğunu fark ediyordum. Önce yıkadığım camın ardında bulanık olan yolcu silueti gittikçe belirginleşiyor ve sonunda kendimle göz göze geliyordum. Rüyamda çok korkmuştum. Neyse ki muavin yetişmişti imdadıma. Rüyanda kendini görmek garip bir his. Hangisinin gerçek kendin olduğunu kestiremiyorsun. Rüyamı düşünürken tüm otobüs aşağıya inmiş, ışık ve radyo kapatılmıştı. Aşağıya inmek istememişti canım. Uzanıp önümdeki koltuğun arka kısmındaki cebe koyduğum ve uykuya dalmadan önce henüz başını okuduğum kitabımı aldım. Kitap ayracı olarak kullandığım otobüs biletini içinden çekip, tesisin loş ışıklandırmasından gelen ışığın yardımıyla kaldığım sayfadan okumaya başladım. İki sayfa okumuştum ki, otobüsteki rahatsız uykunun başımı ağrıttığını fark ettim. Okumaktan vazgeçip, kaldığım 29. sayfaya yerleştirdim otobüs biletimi ve kitabı tekrar cebe koydum Tam o sırada otobüsün camına yapışan yeşil telli fırçanın görüntüsüyle irkildim. Fırçanın içinden gelen sular yavaşça aşağıya süzülüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder