BÖLÜM 1
-"......dilenme tesislerinde yarım saat ihtiyaç molası
verilecektir. Mola süresinin bitiminde otobüsteki yerlerinizi almanız rica
olunur."
Muavinin rahatsız edici sesiyle uyandım. Düzgün bir Türkçe ile yazılmış
olan metin, muavinin şiveli konuşmasının üzerinde eğreti durmuştu. Söyleyenini
ve ismini bilmediğim kötü bir Türkçe pop şarkısı çalan radyonun sesi, herkesi
uyandıracak şekilde açılmıştı. İhtiyaç molası zorunluydu sanırım. Otobüsün içi,
koridorun her iki tarafına muazzam bir şekilde sıralanmış floransan lambaların
parlak, beyaz ışıkları ile dolmuştu. Gözlerimi yarım açabiliyordum. Otobüsün
büyük ve soğuk camına dayadığım kafamı yavaşça kaldırdım. Pürüzsüz camın
üzerinde sadece yağlı saçımın bıraktığı biçimsiz şekil, dışarıda ise
kapkaranlık bir gece vardı. Uzay boşluğunda yolculuk ediyor gibiydik. Boynumu
sağa sola hareket ettirmeye çalışsam da pek başarılı olamadım. İki büklüm uyuduğum
koltukta her yerim tutulmuştu. Kurumuş olan ağzımı açabilsem, seslenebildiğim
ilk kişiden su isteyecektim ama bu imkansız gibiydi. Boğazımda oluşan kuruluğu
gidermek için çıkardığım bir iki öksürük sesine yanımdaki iri adam, benimkinden
daha kalın bir sesle eşlik etti. Adamın göbeği neredeyse önündeki koltuğa
değecekti. Sıcak otobüsün içerinde, hareketsiz bir şekilde, üzerindeki kalın boğazlı
kazak ve balıksırtı ceketle nasıl oturduğuna şaşırmış, bu görüntüyle karşılaşır
karşılaşmaz istemsizce sağ kolumun çıplak kısmını soğuk otobüs camına
yapıştırmıştım. Camdan gelen serinlik, dirseklerimden yukarıya doğru bir
karınca gibi ilerledi. Boynumu saran serinlik oradan ağzıma, ağzımdan da
aşağıya doğru akarak susuzluğumu biraz olsun çekilir hale getirdi. Su isteği
aklımdan usulca uzaklaştığı o an garip bir his kapladı içimi. Nereye gittiğimi
hatırlayamadığımı fark ettim. Etrafa belli etmemeye çalıştım kapıldığım
dehşeti. Sırtımdaki dayanılmaz ağrıyı ve koltuğumun yarısını kullanan iri adamı
umursamadan doğruldum. Zihnimin içinde telaşlı bir şekilde arıyordum otobüsün
nereye gittiği sorusunun cevabını ama her geçen saniye soruma cevaplar bulmak
yerine, yeni sorular getiriyor, hatırlamadığım tek şeyin otobüsün gittiği yer
olmadığını vuruyordu yüzüme. Nereden geldiğimi, neden bu otobüste olduğumu,
otobüsün gittiği yerde birinin beni bekleyip beklemediğini, geldiğim yerde
otobüs kalkana kadar inatla uzaklaşmadan bana el sallayan birilerinin olup
olmadığını, ismimi, kim olduğumu, hiçbir şeyi hatırlamıyordum. O an acil durum
çekicine uzanabilsem camı un ufak edip çığlık atarak otobüsten atlayacaktım.
Solumdaki iri adama baktım. Ondan isteyemedim otobüsten uzaklaşmak için bana müsaade
etmesini. Otobüs sanki gittikçe daralıyor, bulunduğum koltuğa doğru katlanarak
küçülüyordu. Göz ucuyla camın hemen altındaki numaradan hangi koltukta olduğuma
baktım. Pencere şeklinin yanında "30" yazıyordu. 30 numaralı koltuktaydım.
Benim miydi o koltuk? Ben miydim o iri adamın yanında uyuklayan yolcu? Eğer
öyleyse neden kim olduğum konusunda hiçbir fikrim yoktu. Başkasının yerine,
başkasının koltuğunda, başkasının yapması gereken bir yolculuğu yapıyor
gibiydim. Koltuğun asıl sahibi sanki birazdan otobüsün koridorundan yavaş
adımlar ve şaşkın bir suratla gelecek ve beni yerinden kaldırarak oturacaktı
koltuğa. Beni kaldırmak için kibarca "Pardon bu koltuk benim
sanırım." diyerek elindeki bileti okuyamayacağım uzaklıkta tutmak yerine,
yavaşça kaldırarak göğsüme doğrulttuğu pompalı tüfeği ateşleyecek, ben otobüsün
camından dışarıya fırladıktan sonra da iri adamdan izin isteyerek yerine
geçecekti. Artık nefes almamı bile engelleyen o otobüsün içinden
çıkabileceksem, pompalı tüfeğiyle 30 numaralı koltuğun asıl sahibinin gelmesine
bile razıydım. 30 numaralı yolcu muydum, değilsem kimdim ve bu koltukta ne
geziyordum? Kafamda dolaşan soruların kontrolünü kaybetmeye başladığım sırada
gözüme takıldı önümdeki koltuğun arkasındaki cebe sıkıştırdığım kitap. Kitabın
arka yüzü bana dönüktü. İsmini göremediğim kitabın rengi hiç tanıdık gelmedi.
Kitap ayıracı olarak kullandığım ve yarısı kitabın dışına sarkmış durumdaki
otobüs biletiydi asıl ilgimi çeken. Otobüs bileti tüm sorularımı
cevaplayabilirdi. Kim olduğumu, nerden gelip nereye gittiğimi söyleyebilirdi
bana. Oturuşumu çok bozmadan cama yapışmış olan sağ elimle uzanıp aldım kitabı.
Biletin olduğu sayfayı açtım. Hemen bilete bakmak yerine, sanki sorularımın
cevabını bulacakmışım gibi kaldığım sayfaya göz gezdirdim. 29. sayfada
kalmışım, hatırlamıyordum. Sayfanın ortasındaki paragraflardan birini rastgele
seçip okumaya başladım.
"Antik Yunan kültürü uzmanları, o dönemde yaşamış insanların
fikirlerini kendilerine ait saymadıklarını söylüyorlar. Antik Yunanlılar
akıllarına bir fikir geldiğinde, bir tanrı veya tanrıçanın kendilerine bir emir
verdiğini sanıyorlardı. Apollon onlara cesur olmalarını söylüyordu. Athena ise
aşık olmalarını söylüyordu. Günümüz insanları ise ekşi kremalı patates cipsi reklamı
duyar duymaz, satın almak için hemen sokağa fırlıyorlar ama buna özgür irade
diyorlar artık."
Okuduğum paragraf ne okuduğum kitabı ne de başka bir şeyi hatırlamam
konusunda bir ipucu sağlamıştı. Paragrafı okumayı bitirdiğimde girmişti otobüs
mola verilecek olan tesise. Otobüs biletine ya da kitabın ismine bakmadan aynı
şekilde tekrar koydum kitabı önümdeki koltuğun arkasındaki cebe. Bilette
okuyacaklarım bir şeyleri hatırlamamı sağlamadığı gibi, kapıldığım dehşeti daha
da derinleştireceğinden korkmuştum sanırım. Dinlenme tesisinin soluk ışıklı
panosunda, isminin yazılı olduğu kısımdaki lambalar ömrünü doldurmuş olacak,
sadece "....DİNLENME TESİSİ" kısmı okunabiliyordu. Küçük tesis,
uzayda yaptığımız yolculuk sırasında karşımıza çıkan başı boş bir uydu gibiydi.
Biz orda bulunmadıkça herhangi bir hayat belirtisinin olmadığı bir uydu. Otobüs
uzun tıslamalarla durdu. Tesisteki tek otobüs bizimkiydi. Otobüsün kapıları son
tıslamayla açıldı. Otobüsteki herkes hızlı adımlarla indi aşağıya. Kimi direkt
tuvalete hareketlendi, kimi çantalarından ya da ceplerinden çıkardıkları sigara
paketlerine sarıldı. En son inen, bana "İnmeyecek misin?" diye sorar
gibi bir bakış fırlatan muavin olmuştu. Otobüsün içindeki Türkçe pop şarkısını
ve floransan ışıklarını karanlık bir anda yutuverdi. Sessiz ve karanlık
otobüsün içerisinde tek başıma, 30 numaralı koltukta oturuyordum. Biraz önce,
göğsümde büyük bir delik eşliğinde bile olsa otobüsten inme arzum, Türkçe pop
şarkısıyla birlikte kaybolmuştu. Otobüsten inmek, otobüsü yıkayan hortum ve su
birikintilerin arasından sekerek yürümek, soğuk tuvalette yan yana işeyen şoför
ve muavinin esprilerini dinlemek, siyah kumaş pantolonu, beyaz gömleği ve siyah
papyonuyla tezat oluşturan eski gri hırkalı, genç, köse garsonun çay bardağı
dolu tepsisinden çay almak istemiyordum. Tesise doluşan yolcuları izlerken,
yeşil telleri iki yana ayrılmış fırçanın cama yapışmasıyla irkildim. Fırça
hızla aşağı yukarı hareket ederken, içinden fışkıran su ağır ağır aşağıya
süzülüyordu. Fırçayı, camdan akan sudan dolayı bulanık görebildiğim, lacivert
tulumlu, sarı çizmeli bir adam sürtüyordu cama. Adamın bulanık yüzünü izlemeye
başladım. Ne yapıyordu bu tesiste? Ömür diyor muydu geçirdiği şeye bu yerde? Benim,
kendimle ilgili her şeyi unutup kaybolduğum anda geldiğim bu tesiste, sadece
kaybolanların geleceği bu yerde, astronotların sadece zorunda kaldıklarında
uğradığı bu uyduda, "A" ile "B" arasındaki doğru parçasının
ortasındaki bir noktada, "gitmek" ve "gelmek" fiillerinin
üçüncü şahıslara mahsus olduğu, durmanın en hakiki eylem olduğu bu tesiste.
İnip aşağıya sorsaydım o tulumlu adama, orada kalmayı mı yoksa benim gibi
kaybolmayı mı tercih ederdi? Camdaki sular aşağı süzüldükçe adamın yüzünün hatları
keskinleşmeye başlamıştı. Camda hiç su kalmayıp adamın yüzünü gördüğüm anda
yapıştım koltuğa. Lacivert tulumun içerisinde, fırçayı tutan adam bendim.
Avucumu cama yapıştırdım. Adam da ben de hareketsiz, birbirimize bakıyorduk. Gözlerimi
açıp hepsinin rüya olduğunu fark etmek istiyordum. Rüya ama kimin rüyası. 30
numaralı yolcunun rüyası mı, lacivert tulumlu, otobüsü yıkayan adamın rüyası
mı? Gerçek mi, rüya mı, kimin gerçeği, kimin rüyası?
BÖLÜM 2
-".... abi kalk hadi, uyan, otobüs geldi."
Garson çocuğun dürtmeleriyle uyandım. Gözlerimi yavaşça açtım. Garson
çocuk başımda dikilmiş kısık gözlerle bana bakıyordu. Belli ki o da otobüsün
gelmesiyle uyanmıştı derin uykusundan. Üzerindeki siyah kumaş pantolon, beyaz
gömlek ve siyah papyon zorunluydu ama muhtemelen gri hırkayı üşüdüğünden giymişti.
Dinlenme tesisinin otobüs yıkama için kullanılan çeşmenin yanındaki mermere
oturmuş, uzun süre otobüs gelmediğinden de beklerken uyuyakalmıştım. Tulumumun
paçalarını sarı lastik çizmemin içine sokarken biraz önce gördüğüm garip
rüyanın etkisinden kurtulmaya çalışıyordum. On yıldır çalıştığım o dinlenme
tesisine otobüsün içindeki bir yolcu gibi gelmiştim ilk defa. Sürekli bir yere
giderken yada bir yerden dönerken gördüğüm yolcular gibi. Hiçbir zaman bir yerde duramadıklarını,
yerleşik durumu bilmediklerini düşündüğüm yolcular gibi. Benim yaşadığım,
çalıştığım o yeri yolculukları sırasında zorunlu bir uğrak yeri olarak gören
yolcular gibi. Benim varlığımdan bihaber olan yolcular gibi. Benim yüzümü
sadece yıkadığım camın ardından bulanık bir yüz olarak gören yolcular gibi.
Çeşmenin soğuk suyuyla yüzümü yıkadım. Gözümü tam açabildikten sonra kaptım
fırçayı ve otobüse doğru ilerledim. Benim dünyamın yarım saatlik
misafirlerinden bir yenisi. Tek otobüs vardı o an tesiste. Otobüsten yolcular
inmeye başlamıştı. Her gün yüzlerce gördüğüm o yolculardan biri olmak çok garip
hissettirmişti bana rüyamda. Fakat asıl garip hissettiren rüyanın sonu olmuştu.
Rüyanın sonunda benim oturduğum koltuğun yanındaki camı yıkayan görevlinin yine
kendim olduğunu görüyordum. Kendimle göz göze gelmiştim ve tam o sırada garson
çocuk uyandırdı beni. İnmekte olan yolcular otobüsten uzaklaşınca yıkamaya
başladım otobüsü. Yavaş yavaş arka camlara doğru ilerlediğimde otobüsün içinde
sadece bir yolcunun kaldığını fark ettim. Tıp ki biraz önceki rüyamda benim
yolcu olarak otobüste tek başıma kalmam gibi. Tam o yolcunun bulunduğu camı
yıkarken, gözümü onun bulanık yüzüne doğru diktim. Sanki garson çocuk
uyandırmadan önce gözlerimin önündeki sahneyi bu sefer başka bir açıdan
izliyorum. Camı yıkamam bitmişti ama nedense geçemedim bir sonraki cama. Ne
olduğunu anlayamadığım bir güç beni olduğum yerde tutuyordu. Fırçayı yere
indirdim. Tazyikli su yerdeki betondan çizmelerime fışkırıyordu ama umursamıyordum.
Bakışlarım yukarıda, otobüsün içindeki yolcunun üzerindeydi. Camdaki sular ağır
ağır süzüldü, yolcunun yüz hatları belirginleşmeye başladı. Yolcunun yüzünü tam
olarak görebildiğim anda korkudan bayılacak gibi oldum. Muhtemelen yolcu da
aynı korkuyu yaşıyordu. Yolcu bendim. Dışarıdan otobüsün içindeki kendime
bakıyordum ya da otobüsün içinden dışarıdaki kendime bakıyordum. Bunun bir rüya
olmasını umuyor, garson çocuğun gelip beni uyandırmasını istiyordum, ama
hangimizi uyandıracaktı ondan emin değildim.
BÖLÜM 3
-"......dilenme tesislerinde yarım saat ihtiyaç molası
verilecektir. Mola süresinin bitiminde otobüsteki yerlerinizi almanız rica
olunur."
Muavinin rahatsız edici sesiyle uyandım. Otobüs yavaşladıkça daha fazla
titremeye başlayan cam, kafamı lastik bir top gibi sektirmeye başlamıştı.
Tutulan boynumdan dolayı çok yavaş kaldırabildim kafamı. Yanımdaki iri adamdan
dolayı cama yapışmış gibiydim. Otobüsün içindeki parlak ışıktan dolayı kıstığım
gözlerimle dışarıya bakıyordum. Finaller biter bitmez sonuçların açıklanmasını
beklemeden yurt odasındaki pılımı pırtımı toplayıp atlamıştım otobüse.
Annemlerin yanı gitmeyeli neredeyse bir yıl olmuştu. Bu yaz tatilinde evde
geçirdiğim süreyi biraz uzun tutarak, babamla aramda oluşan buz dağını
eritemesem bile en azından daha da büyümesini engellemeyi amaçlıyordum. Tıslama
sesleriyle birlikte dinlenme tesisindeki yerini almıştı otobüs. Tenha dinlenme
tesisini görünce hatırladım, muavinin sesiyle uyanmadan önce gördüğüm ilginç
rüyayı. O an durduğumuz dinlenme tesisine çok benzer bir tesiste otobüs yıkayan
görevlilerden biriydim. Hatta tek yıkama görevlisi bendim sanırım. Dinlenme
tesislerinde ömrünü geçiren insanlar hep ilgimi çekmişti ama özellikle yıkama
görevlilerini daha dikkatli bir gözle izlerdim. Yüzlerini ıslak camın ardında
gördüğümüz, seslerini hiç duymadığımız, ellerinde fırça olamadan görmediğimiz
adamlardı onlar. Bizim ihtiyaç molası için durduğumuz yerde yaşamlarını tüketen
insanlar. Hayatları boyunca yüz yüze geldiği tüm insanların kendilerini bulanık
gördüğü insanlar. Herhalde onlara bu kadar kafayı taktığım için kendimi onlardan
biri olarak görmüştüm. Rüyamın asıl ilginç olan kısmıysa sonuydu. İçinde tek
bir yolcunun kaldığı otobüsün camını yıkarken, otobüsteki o tek yolcunun da
kendim olduğunu fark ediyordum. Önce yıkadığım camın ardında bulanık olan yolcu
silueti gittikçe belirginleşiyor ve sonunda kendimle göz göze geliyordum.
Rüyamda çok korkmuştum. Neyse ki muavin yetişmişti imdadıma. Rüyanda kendini
görmek garip bir his. Hangisinin gerçek kendin olduğunu kestiremiyorsun. Rüyamı
düşünürken tüm otobüs aşağıya inmiş, ışık ve radyo kapatılmıştı. Aşağıya inmek
istememişti canım. Uzanıp önümdeki koltuğun arka kısmındaki cebe koyduğum ve
uykuya dalmadan önce henüz başını okuduğum kitabımı aldım. Kitap ayracı olarak
kullandığım otobüs biletini içinden çekip, tesisin loş ışıklandırmasından gelen
ışığın yardımıyla kaldığım sayfadan okumaya başladım. İki sayfa okumuştum ki,
otobüsteki rahatsız uykunun başımı ağrıttığını fark ettim. Okumaktan vazgeçip,
kaldığım 29. sayfaya yerleştirdim otobüs biletimi ve kitabı tekrar cebe koydum
Tam o sırada otobüsün camına yapışan yeşil telli fırçanın görüntüsüyle
irkildim. Fırçanın içinden gelen sular yavaşça aşağıya süzülüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder