Bu Blogda Ara

1 Ocak 2012 Pazar

BALON


Geniş ofislerinin ağır kapısını açmak için ittirdi. Daha kapıyı aralamıştı ki içeriden gelen hararetli konuşmaların gürültüsü canını sıkmıştı. Sabahın bu saatin de bu çalışma şevki insanlara nereden geliyordu acaba. Girer girmez kendi bölümüne gitmek yerine direkt sola döndü ve soğuk su makinesine doğru ilerledi. Herkes, daha mesainin 15. dakikasında harıl harıl çalışmaya devam ediyorlardı. Geç gelmelerine neden kimsenin ses çıkarmadığını o anda anladı. Onun geldiğini ya da gelmediğini kimse fark etmiyordu. Köpükten bardağın ağzına kadar doldurdu soğuk suyu ve bir yudumda içti hepsini. Bir bardak su daha doldurduktan sonra yavaş adımlarla kendi bölümüne doğru ilerledi. Açık ofis sistemi ilk kimin fikriyse o adamdan nefret ediyordu. Zaten çalışmak istemiyordu ama istese de bu ofiste, bu gürültüde verimli çalışması mümkün değildi. Kendi bölümünün önüne geldiğinde bir iki saniye boş gözlerle masasına baktı. İşte hücresi her zamanki sakinliği ile onu bekliyordu. Elinde tuttuğu suyu bir yudumda içti ve bardağı çöp tenekesine attıktan sonra siyah büro sandalyesine kuruldu. Bilgisayarını açmadan önce her sabah yaptığı gibi boş siyah ekrandan kendi yansımasını izledi. Bazen ekrandaki yansımasını işlerle baş başa bırakıp kaçabilmek istiyordu. Bu fikir her aklına geldiğinde Red Kit’in gölgesinden hızlı hareket ettiği sahneyi hatırlıyor ve mümkün olabilir mi acaba diye düşünüyordu. Yavaşça bilgisayar kasasına doğru eğildi ve bilgisayarın açma tuşuna bastı. Doğruldu. Artık açılmakta olan bilgisayarın ekranında yansıması yoktu. Bu iğrenç ofiste, işlerle kalakalmıştı yine tek başına. Yine ekrandaki yansıması ondan hızlı hareket etmiş ve bu hücreden kaçıvermişti. Bilgisayar açılıp kendine gelene kadar, çekmeceden bir peçete alıp masasının üzerinde dünden kalan kahverengi halkaları temizlemeye koyuldu. Ne kadar sıcaktan bunalsa da sabah ve öğleden sonra birer kahve içmeden günü tamamlayamıyordu. Masa temizliği sırasında yan bölümdeki Sedat’ın kendi kendine küfürler ederek söylenme seansı başlamıştı bile. Söylenmeler önce excele küfürle başlıyor, daha sonra bilgisayarla devam ediyor ve final Sedat’ın kendisine ettiği küfürlerle oluyordu. Sedat planlama bölümündeydi ve her sabah yine ve yeniden aylık üretim programını güncelliyor ve saat 10 da ki toplantıya yetiştirmeye çalışıyordu. Aylık programın aylık olması gerekmiyor muydu? Galiba günlük olarak aylık program çıkarmak sadece bu ofiste yapılacak ve sadece Sedat tarafından yapılacak bir işti. Hiç anlamıyordu neden bu kadar ciddiye aldığını Sedat’ın bu işi. Nasıl olsa sonuç belliydi. Programı hazırlayacak, müdür toplantıda yalandan göz ucuyla programa bakacak, günün ilerleyen saatlerinde program tümüyle değiştiğini Sedat’a bildirecek ve Sedat yarın sabah yine aynı heyecanla “aylık” program hazırlayacaktı. Koltuğunun kollarından kuvvet alarak vücudunu yavaşça yukarıya doğru kaldırdı. Bir süre Sedat’ın teninin kırmızılığını gittikçe arttıran sabah krizini izledi. Nasıl olurda bu kadar önemsiz, hiç bir sonuca ulaşmayacak bir iş Sedat'ı bu hale getirebiliyordu. Aslında planlama, imalat programları hazırlamak önemsiz işler değillerdi, ama Sedat bu işi yapmıyordu ki, o sadece müdürün sabah toplantısında revize ettiği programı, bir daha ki revizyona kadar, excele geçiriyor, bu exceli de sabah son haline sokup toplantıya yetiştiriyordu. Yani onu bu kadar heyecanlandıran iş bir balon gibiydi, şiştikten 2 dakika sonra patlayan bir balon ama. Kollarında derman kalmayınca bıraktı kendini yeniden koltuğuna. Bir an için üzülecekti Sedat için ama, aklına birden her öğle yemeği sonrası sigara içilen balkonda Sedat'ın herkesi esir alıp bu balon işini abarta abarta anlatışı geldi ve ona üzülmek yerine kızması gerektiğini fark etti. Outlook'una tıkladı ve açılana kadar kahvesini almaya gitti. Yavaş yavaş içtiği kahvesi, okumadan "günlük" klasörüne attığı günlük mailleri, aynı şeylerin konuşulduğu sabah toplantısı, sabah toplantısında aylık programın revize edilişini dinleyişi ile tüm günlere benzeyen bir gündü öğle yemeğine kadar. Tıka basa yediği yemekten sonra balkona koşarak gitti sigarasını içmeye. Yemek sonrası sigarasızlığa dayanbiliyor olsa, Sedat ve çevresine topladığı kalabalığı gördüğünde balkona çıkmaktan vazgeçerdi, ama dayanamazdı. Sigara içen kalabalığın anca sığabildiği küçük balkonda kaçabileceği bir boşluk yoktu, kalabalığa katıldı ve Sedat'ın hararetle işlerden bahsedişini ve müdürün arkasından atıp tutuşunu dinlemeye başladı. Derin nefeslerle, hızla bitirdiği sigarasını söndürmeden, ikinciyi yaktı, fakat Sedat'ın anlatacakları bitmiyordu. Sedat her gün aynı konudan konuştuğu için artık sıradaki cümleyi tahmin ediyordu. Sigara olmasa dayanılcak işkence değildi. Gözlerini bir süreliğine Sedat'tan ayırdı ve sırayla kalabalıktakilerin suratına baktı. Acaba diğerleri sıkılmıyorlar mıydı Sedat'ın kendisini ve uyduruk işini övmesinden? Tabi ki sıkılmıyorlardı. Çünkü onlar da aslında Sedat'an farklı değillerdi. İnsanların kendilerini ve yaptıkları işlerini önemli hissetmek gibi bir takıntıları olduğunu fark etti. Sedat'ın çevresindeki dairede gözleri ile attığı turu Sedat'ın yüzünde tamamladı. Hala ağzından tükürükler saçarak konuşmasına devam ediyordu. Susturmak istiyordu onu. Her günkü Sedat konuşmaları, sıcak günün de etkisiyle bu sefer her zamankinden daha fazla rahatsız ediciydi. Hakkında ne düşünüyorsa hepsini yüzüne söylemek, kendisinin de, işin de önemsiz olduğunu ona anlatmak, onu kendine getirmek istedi. Aslında istediği tam olarak bu da değildi. Sedat sussa yeterliydi. Keşke bir düğmesi olsaydı ve Sedat'ı kapatabilseydi. Bir süre gözlerini kapattı ve hayal etti: Sedat konuşmaya devam ederken o uzanıyor ve Sedat'ın sırtındaki düğmeye basarak konuşmayı sonlandırıyordu. Gülümsedi, sigarasından son fırtını çekip içeri girdi. Gün bitene kadar hayalinde yarattığı Sedat'ı susturan düğmeyi düşündü. İnsanlarda böyle bir düğme olsaydı hayat şimdikinden biraz daha çekilir olurdu onun için.

İş çıkışı arabasına atladı ve yaklaşık bir buçuk saat sürecek şehir trafiğindeki yolculuğuna başladı. Aslında herkesin aksine o trafiğin bir çile olduğunu düşünmüyordu. Trafik, işteki rutin hayatı ile evdeki rutin hayatı arasındaki tek boşluktu. Whitesnake eşiliğinde sıkıcı olmaktan iyice uzaklaşıyordu bu yolculuklar. Evinin sokağına geldiğinde herzamanki gibi evinden 30 metre ilerideki tekelin önüne park etti ve tekelden birasını aldıktan sonra girdi apartmanına. Eve girdiğinde direkt mutfağa gitti. Biralardan birini çıkartıp tezgahın üzerine koyduktan sonra siyah poşeti buzdolabına attı. Birasını açtı ve salona geçti. Ev havasız ve sıcaktı. Camı araladıktan sonra televizyonun tam karşısındaki geniş koltuğa oturdu. Birasından dev bir yudum aldı ve şişeyi sağ dizinin üstünde duracak şekilde tuttu. Birasıyla klasik oturuşuydu. Kumandaya uzandı ve televizyonu açtı. Digitürk kendine gelene kadar geçen 30 saniyede siyah televizyon ekranında kendi yansımasını izledi. Tanıdık bir görüntüydü. Televizyon açıldıktan sonra spor kanallarında gezinmeye başladı. Kanal seçmeye çalışırken arkasındaki kitaplıktan, uzun bir kurma kolunun dev bir dişliyi çevirmesine benzeyen uzun bir tıkırtı geldi. Arkasından dişli bir yuvaya oturmuş gibi bir ses ve son olarak uzun bir fıslama sesi. Bir anda irkildi. Sesin nereden geldiğine bakmak için arkasını dönüyordu ki burnuna gelen lavanta kokusundan bunun 15 dakikada bir üflemeye kurulmuş büyük oda parfümünden geldiğini fark etti. Oda parfümünün bu kadar ses çıkararak çalıştığını ilk defa fark ediyordu. Lavanta kokusunu bir kaç saniye sonra alamaz oldu. Elindeki birayı sehpaya bıraktı ve oda parfümüne uzandı. Arkasındaki düğmeyi kapalı konumuna getirdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder