Bu Blogda Ara

30 Ocak 2012 Pazartesi

BARİ KISA OLSAYDIN

Ağzımda tükürsem de atamayacağım iğrenç bir tat, boynumun solundan başlayıp belime kadar devam eden, öldürmeyen ama can sıkan sırt ağrısı, zar zor açtığım gözlerimde ilerlemeyen İstanbul trafiğinin manzarası. Uyandığımda henüz köprüye bile ulaşamamıştık. Saat 07:45’di ve 45 dakika içerisinde Atatürk havalimanında olmam gerekiyordu. Normal koşullar altında bitmesini istemeyeceğim bir yolculuktu, çünkü Cezayir’e uçmak hiç de heyecan uyandırmıyordu bende. İnsanlar iş için New York’a uçar, insanlar iş için Londra’ya uçar, hemen yanı başında çalıştığım Özgür iş için Prag’a uçar, ama ben iş için Cezayir’in haritada baksan bile uzak kalacak, Hassi Messoud şehrine uçacaktım. Şehir kelimesini Hassi Messoud için, oraya ulaşana kadar kullanmıştım aslında. Dediğim gibi, Cezayir uçuşu için sabırsızlanmıyordum ve bu yüzden bu uzayan havalimanı yolculuğu normal koşullarda canımı sıkmamalıydı. Fakat şirketin havalimanına gitmem için bana “tahsis” ettiği Clio’nun dardan daha dar arka koltuğundaki uyku saatlerim yolun bitmesi için dua etmeme sebep olmuştu. Sağır bir adamın kapısını çalmak yine sonuçsuz kalmıştı ve trafikteki ilerleyişimiz daha da yavaşlamıştı. Yavaşça doğruldum. Şoförün laf sokarcasına söylediği;
-“Günaydın Erçin Bey”
cümlesi soğuk sudan daha etkili bir şekilde çarptı yüzüme ve hemen ayılıverdim.
“Uyumama ne laf sokuyon lan, sen gitcen sanki Cezayir’e” demek geçti içimden ama tuttum kendimi, yutkundum,
-"Valla uyumuşum kusura bakma … koca yolda da uyuduk” dedim  
-“Estafurrullah” dedi.
Sustum.
Gözlerimi birkaç kez kırptıktan sonra köprüyü seçebildim. Çok ta uzak sayılmazdı. Bu beni biraz neşelendirdi. Sonuçta canım ne kadar sıkkın da olsa bir boğaz manzarası tüm sorunlarımı alıp götürmeliydi. Bu aksi iddia edilemez bir gerçekti. Bu ülkeye Kuran’a alternatif olacak, dogmatik bilgi ve kurallarla dolu bir kitap gönderilseydi “boğaz manzarasından etkilenin” kesin yazardı içinde. Hatta iddialı mı olur bilmem ama birinci kural olan “sezen aksu’yu takdir edin” kuralından hemen sonra bile yazabilirdi. Kendi kafamda yazdığım kutsal kitaba göre birazdan tüm bu sıkıntılarımı ortadan kaldıracak olan manzara ile karşı karşıya kalacaktım. Suyumdan bir yudum aldım ve sanki ağzımdaki iğrenç tadı yok edecekmiş gibi bir süre ağzımda tutuktan sonra yuttum. Fazla vakit geçmeden vardık köprüye. Gerçekten inmemiş olsa da, benim kafamın içinde varlığını sürdüren kitabın kuralları hemen yıkılmıyordu. Etkilemiştim boğaz manzarasından. En azından bana sıcak ve kuru havasının yanında kum fırtınaları sunma konusunda cömert davranacak olan Cezayir çölleri ile karşılaştırırsanız gerçekten bir cennet sayılabilirdi boğaz. Köprü üzerindeki yolumuzu yarılayana kadar izledim manzarayı ve kapattım gözlerimi. Gerçeği kabul etmek gerekirse beni Cezayir çöllerinden daha çok düşündüren bir şey vardı. İki haftalık bu seyahati birlikte geçireceğim ve beni şu anda havalimanında bekleyen adam. Seyahatimize sebep olan projeyi ortak yaptığımız firmadan geliyordu. Henüz tanışmamıştım kendisiyle. Tanışmasam da iki gün önce seyahat ayrıntılarımızı içeren mailler silsilesinde gördüğüm pasaport bilgilerinden, benden bir yaş küçük olduğunu öğrenmiştim. Bu önemliydi benim için. Sevinmiştim benden küçük olmasına. Aslında yaşa saygı duyan bir adam değildim ama, yeni tanıştığım birinden yaşça daha büyük olmak ya da fiziken üstün olmak rahatlatıyordu beni. Yeni tanışan insanların birbirlerine kendilerini anlatırken, yaşça veya fiziken üstün olanın her zaman daha rahat olduğunu düşünmüşümdür. İlk perdede üstün olan bu adamın kendi hayat görüşünü, ilgi alanlarını, sevdiği ve sevmediği şeyleri sanki değişmez ve tüm dünya tarafından kabul görmesi gereken kurallar gibi anlattığını hissederim. En azından benim tanışmalarımda böyle oluyordu. Tamamen özgüven eksikliği belirtisi olduğunun farkındaydım  ama 27 yaşında internetten indirebildiğim bir şey değildi özgüven. Herhangi biri ile tanıştığım ilk saniye, ortamın α'sı olmak β'sı olmaktan daha çok hoşuma gidiyordu. Aramızda sadece bir yaş vardı ama bu yeterliydi benim için. Bugün rahat olacak ve kendimi karşımdaki adama göre şekillendirmeden direkt anlatacaktım. Önümüzdeki iki haftada tam olarak gerçek Erçin'i tanıyabilecekti. Birayı ne kadar sevdiğimi, Sezen Aksu ve şarkılarından haz etmediğimi, futbol maçlarında nasıl boğazımı yırtana kadar tezahürat ettiğimi, Disturbed grubuna bayıldığımı, İstanbul'un boğaz manzarasından etkilenmediğimi anlatacaktım. Bunları anlatırken kelimeler ağzımdan öyle bir ses tonu ile çıkacaktı ki, karşımdaki kurduğum herhangi bir cümlenin aksinin iddia edilemeyeceğini düşünecekti.
Hava alanına girdiğimde direkt buluşacağımız noktaya doğru ilerledim. Buluşacağımız noktada ayakta bir kaç adam vardı. Hangisi olduğunu bilemiyordum ama sonradan o olduğunu öğrendiğim adama bakarak umarım bu değildir demiştim. Fakat oydu. Bana doğru el sallayarak kendini belli etti. Benim olduğumu nasıl anladığını anlamamıştım. Benim boylarımdaydı fakat kaliteli giyim kuşamı, saç sitili, göz rengi ve dik duruşuyla aramızdaki bir yaşlık ufak farkı kapatacak gibi gözüküyordu. Belli ki şartlar neredeyse eşitti. Üstünlük kurarak kimin α olacağı konusunda ufak bir savaş geçebilirdi. Yanına geldiğimde elini sıkmak için elimi uzattım. Yaklaşık benden 7-8 santim uzun olduğunu fark ettim. "Bari kısa olsaydın" diye geçirdim içimden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder